Peygamberimiz'e göre ideal mümin

tvtekniker

Moderator
Hz. Muhammed'in gerçek bir mümini tarif ettiği hadis... iDEAL BiR MÜMiN NASIL OLMALIDIR?
Mü’min, Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren, güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmeyeceği, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır.
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, gerçek mümini, "Dilinden ve elinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimse" ifadeleriyle anlatır. Mümin, emniyet ve güven insanıdır. Öyle ki, diğer bütün müslümanlar, zerrece herhangi bir kuşku ve tereddüte düşmeden ona sırtlarını dönebilirler.
Zira bilirler ki, ondan kimseye zarar gelmez. Ailelerini birine emanet etmeleri icap etse gözleri arkada kalmadan ona emanet edebilirler. Çünkü onun elinden ve dilinden asla kimseye zarar gelmez. Onunla bir mecliste beraber bulunduktan sonra, o meclisten ayrılan insan, arkasından emindir; zira bilir ki, arkada kalan o insan, ne kendisi gıybet eder, ne de yanındakilerinin gıybetini dinler.
O, kendi haysiyetine, şerefine düşkün olduğu kadar, bir başkasının haysiyetine, şerefine de o kadar düşkündür. Dikkat edildiği üzere hadis-i şerifte el ve dilden bahsedilmektedir. Diğer organların değil de sadece bu iki organın ifade edilmesinde elbette pek çok nükte vardır. İnsan bir başkasına vereceği zararı iki türlü verir. Bu, ya yüz yüze veya arkasından olur. Hadiste yüz yüze zararı el, gıyabındaki zararı ise dil temsil eder. İnsan karşısındakine ya bizzat müdahalede bulunur ve onun hukukunu çiğner ya da gıyabında onun gıybetini yaparak, hakir ve küçük düşürerek hukukuna tecavüz eder. Bu iki çirkin durum da müminden hiçbir zaman meydana gelmez/gelmemeli.
MÜMİN GÜVENİLİR İNSANDIR
Efendimiz, lisanı elden önce zikrediyor. Çünkü, elle yapılacak zarara, karşı tarafın mukabele imkânı ihtimal dahilindedir. Halbuki arkadan yapılan gıybet veya atılan iftira, ekseriyetle karşılıksız kalır. Dolayısıyla, rahatlıkla böyle bir hareket, fertleri, toplumları, hatta milletleri birbirine düşürebilir. Dille yapılabilecek zararların takibi, yüzyüze yapılmak istenenlere nispeten daha zordur. Onun içindir ki Efendimiz dili, elden önceye almıştır. Diğer taraftan, bu ifadede, Müslümanın Allah katındaki değer ve kıymetine de işarette bulunulmuştur. Müslüman olmanın Allah katında öyle bir değer ve kıymeti vardır ki bir başka Müslüman ona karşı elini ve dilini kontrol altında bulundurması gerekmektedir. Dünya çapında bir emniyet ve esenlik düşüncesiyle gelen İslâmiyetin önemli bir ahlâkî boyutu, Müslüman ferdin, maddî-manevî kendine zarar veren şeylerden uzaklaşması ise diğer ehemmiyetli bir derinliği de az dahi olsa, başkalarına zarar vermemektir. Zarar vermek bir yana, toplumun her kesiminde, emniyet ve güveni temsil etmektir. Evet, Müslüman, sinesinde taşıdığı emniyet duygusu ve yüreğinin güvenle atması ölçüsünde hakiki müslümandır ve hakiki bir Müslüman da gezip dolaştığı; oturup-kalktığı hemen her yerde güvenilir insan olma durumundadır.
HADiS BiZE NE ANLATIYOR?
Hadisle alâkalı bu kuşbakışı ilk değerlendirmeden sonra, yine onun ruhundan fışkıran şu hususlara da bir göz atmakta fayda var: 1Hakiki Müslüman, yeryüzünde evrensel barışın en emin temsilcisidir. 2Müslüman, ruhunun derinliklerinde yaşattığı bu yüksek duyguyu her yerde soluklar. 2O, ezâ, cefâ etmek ve zarar vermek bir yana, hatırlandığı her yerde emniyet ve selâmetin sembolü olarak hatırlanır. 4Onun nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, hakaret, küçük görme gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Hatta bazı durumlarda, ikincisi birinciden daha büyük cürüm sayılır. 5Bir mümin bu günahlardan bazılarını işlese de yine mümindir ve dinden çıkmış sayılmaz. 6Her meselede olduğu gibi, iman ve İslam meselesinde de himmetler yüksek tutulup herhangi bir Müslüman değil, en mükemmel müminliğe talip olunmalıdır.
ÖNÜMÜZDEKİ PAZAR MİRAÇ KANDİLİ
Kıymetli okurlarımız! Önümüzdeki Pazarı Pazartesiye bağlayan gece Miraç Kandili. Bu yazımızda sizlere Peygamberimiz’in Miraç öncesi yaşadığı sıkıntılardan ve Miraç’ın bize bakan yönlerinden bahsetmek istiyoruz. Miraç hadisesinden önce Allah Resulü (sas) ve Müslümanlar akla hayale gelmedik zulüm ve işkencelere maruz kalmışlar, hatta bu işkencelerden korunmak için bazı Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Ayrıca bütün bu dayanılmaz zulümlerin üstüne Müslümanlar bir de Ebu Talip mahallesinde iktisâdî, ailevî her yönden müşriklerin boykotuyla karşı karşıya kalmışlardır.
Daha sonra ise bu sıkıntıları Efendimiz’in dört yaşındaki en büyük oğlu Kasım’ın, ardından diğer oğlu Abdullah’ın, müteakiben maddi ve manevi destekleriyle Peygamberimiz’in her zaman yanında olan amcası Ebu Talib ve hakkında "Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı İmran’ın kızı Meryem’di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’dir" buyurduğu biricik hayat arkadaşı Hz. Hatice validemizin vefatları takip etmiştir. Peş peşe gelen bu hadiseler Allah Resulü’nü ziyadesiyle mahzun etmiştir. İşte tam böylesi bir atmosferde Peygamberimiz’in beşeriyete ait perdeleri bir bir geçerek hem cismen hem de bedenen Cenab-ı Hakk’ı müşahede etmesi, İnsanlığın İftihar Tablosu ve ardından sahabiler için büyük bir moral kaynağı olmuştur. Allahu Teala, Efendimiz’i huzuruna alarak O’nu taltif etmiştir.
EŞSİZ SANATINI GÖSTERMİŞTİR
Her sanat sahibi sanatını teşhir etmek ister. Allahu Teala yaratmış olduğu bütün alemleri, bu alemlerdeki eşsiz sanatı ve akıllara durgunluk verecek nizamı, güzel isimlerinin hakikat ve tecellilerini bütün mahlukat namına onlar arasından seçtiği kulu ve resulu Hz. Muhammed’i katına alarak O’na göstermiştir. Allah Resulü keyfiyeti bizce meçhul bir binek vasıtasıyla Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu eşsiz sanat harikalarını bir bir görmüş ve en sonunda da bu sanatın kaynağı Allah’ın cemali ile müşerref olmuştur.
MiRAÇ HEDiYESi: NAMAZ
Allah Resulü, miraçla beşerin ulaşamadığı noktalara ulaştıktan sonra geriye dönmüş ve sonra da orada duyup tattığı hakikatleri diğer insanlara da anlatıp o zümrüt tepelere onları da götürmek istemiştir. Cenab-ı Hak da miraçtaki manevi atmosferi teneffüs edebilmeleri için adeta bir armağan olarak namazı Efendimiz vesilesiyle insanlara hediye olarak göndermiştir. Zira namaz, Allah Resulü’nün ifadesiyle her mü’minin miracı olarak, onları da miraca götürebilecek nurdan bir binektir. Bu sayede her mü’min, kılacağı namazın keyfiyeti ölçüsünde kendi miracına çıkabilecektir.
CÖMERTLİĞİNİZ ELİNİZDE Mİ DİLİNİZDE Mİ?
Geçmiş zamanın birinde bir adam vardı. Her fırsatta, cömertlikte bulunduğunu anlatır ama gerçekte hiç de o kadar cömertliğinin olmadığı bilinirdi. Bir gün İbrahim Edhem Hazretleri’nin yanında otururken dedi ki:
- Ey Belh’in büyüğü! Herkese nasihat ediyorsun, bana da nasihat eyle. İbrahim Edhem:
- Nasihat edersem tutar mısın? dedi. Adam, söz verdi. Bunun üzerine şöyle dedi İbrahim Edhem:
- Senin işin bağlıyı açmak, açığı da bağlamaktır! Bir şey anlamadı bundan. Sordu:
- Bu ne demek?
BAĞLIYI AÇ, AÇIĞI BAĞLA!
Şöyle izah etti İbrahim Edhem:
- Bağlı olan kesenin ağzıdır. Onu açacaksın, açık olan da senin ağzındır, onu da kapayacaksın. Çünkü yapmadığı cömertliği yaptığını söylemektedir. Gerçekten de bazılarımızın dilinde cömertlik vardır. Ama tatbikata gelince durum değişir, iş veresiyeye kaymaya başlar. İşte böyleleri için darb-ı mesel olmuştur İbrahim Edhem’in bu sözü:
- Senin işin, bağlıyı açmak, açığı bağlamaktır! Peki siz hiç düşündünüz mü bu konuyu? Cömertliğiniz dilinizde mi, elinizde mi?
Hazırlayan: Ali İhsan ER
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Geri
Yukarı