A.Osmanlı Dönemi Eğitim Sistemi.
1. Osmanlı Eğitim Kurumları
Osmanlı dünyasında eğitim, yüzyıllarca resmî ve gayrı resmî müesseseler yolu ile yürütülmüştür. Bu farklı müesseseler arasında en önemlisi ve ilim ile ilgili faaliyetleri başta gelen kaybağı hiç şüphesiz kuruluşundan yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdüren medreselerdir. Medreseler zihniyet bakımından dini müessesenin güdümünde, yapısı açısından vakıf sisteminin içinde, mali yönden ise muhtar bir kuruluş olup hizmetini devlet denetiminde yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Başlıca Osmanlı eğitim kurumları şunlardır;
1.1. Sıbyan Mektepleri
Osmanlı Devletinde ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yer Sıbyan Mektebi idi. Çocukların eğitimi için teşkil edilen bu mektepler klasik İslam medeniyetindeki küttab adlı okulların devamı mahiyetindedir. Bu mektepler mali ve mekan açısından fazla bir külfet gerektirmediğinden her köyde, her mahallede ve her semtte açılmıştır. Müslüman olan her ailenin çocuğu bu mekteplere girebilirdi. Bu okulların genel amacı çocuğa okuma yazma öğretmek, İslam dininin kaidelerini ve Kuran-ı Kerimi belletmektir.
1.2. Medreseler
Medreselerin kuruluş esası fıkıh ilmini öğretmektir. XI. Yüzyılda Nizamiye medreseleri çoğunlukla fakih yetiştirmek üzere kurulmuştur. Medrese sistemi ve teşkılatı, İslam dünyasındaki cami, hastane, imaret, kervansaray, han ve hamam gibi bütün sosyal hizmet ve yardım amaçlı müesseseler gibi vakıf temeli üzerine kurulmuştur. Medreselerde ağırlıklı olarak fıkıh (İslam hukuku), dini ilimler ve onlara yardımcı edebi ilimler okutulmuştur. Eğitim süresi azami beş yıldır. Temel eğitimini tamamladıktan sonra herhangi bir ilimde ihtisas yapmak isteyen talebeler, o bilim dalındaki tanınmış hocalara gidip onlardan ders görürler ve icazet alırlardı. Osmanlı fetih politikasına göre fethedilen yerlerde ilk önce cami, ve yanında medrese açılması bir gelenek halini almıştır. Bu gelenek topluma ve devlete gerekli din, ilim ve eğitim hizmetleri yanında devlet idaresinde ihtiyaç duyulan idari ve adli personelin yetiştirilmesine yönelikti. Böylece, Osmanlılar devlet işlerinde bilgili ve aynı zamanda yapılan işlerin kanunlara uygun olması hususlarına riayet eden yetişkin insan gücüne sahip olmuşlardır. Bu da merkezi idarenin sağlam ve güçlü olmasını sağlamıştır. Medreselerde, ilerleyen yıllarda dini ilimlerin yanında aritnetik, geometri, cebir ve astronomi gibi bilimler ile tabii bilimlerden klasik fizik de okutturulmuştur.
1.3. Enderun Mektebi
Enderun mektebi, imapratorluğun idari mekanizmasını yürütecek seçkin elemanların yetiştirildiği saray teşkılatı içerisinde yer alan bir eğitim kurumudur. Dolayısıyla bu özellikleriyle Enderun mektebi Osmanlı Devletiinde medrese dışında ikinci köklü eğitim kurumu olmuştur. Medreselerde okutulan nakli ve akli ilimlerden Kuran-ı Kerim, hadis, kelam, hat, Arapça yanında, Farsça, belagat, şiir, felsefe, tarih, riyaziye, coğrafya gibi dersler Enderun mektebinde de okutulmaktadır. Enderunun eğitimnde diğer okullardaki eğitimden asıl farklılık, talebelerin askeri ve idari konularda görmüş oldukları uygulamaların yoğunlaşmış olmasıdır. Bu açıcan Enderun eğitiminin çeşitli becerilerin, sanatların, idari ve siyasi bilgilerin uygulamalı olarak öğretildiği ve neticede kabiliyetlerin tespit edildiği bir eğitim olduğu söylenebilir.
Osmanlı Devletinde klasik dönemde, tüm bu eğitim kurumlarının yanında ağırlıklı olarak topçu eğitimlerinin verildiği bazı teknik eğitim kurumları, tasavvufi eğitim veren tekke ve zaviyelerle birlikte serbest eğitim veren konak ve meclisler de dönemin tipik eğitim kurumlarındandır.
2. Batı İle Temaslar Ve Yenileşme Dönemi Eğitim Kurumları
Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devletinin Avrupa ile siyasi ve askeri çekişmeler içerisinde gelişen münasebetlerinde görülen bariz niteliklerden birisi, Osmanlıların kendilerini her bakımdan Avrupalılardan üstün kabul etmeleridir. Osmanlılar askeri ve ekonımik yönden Avrupa devletlerinden ve diğer Müslüman devletlerden daha güçlü durumdaydı. Zengin maden yataklarını ellerinde bulundurmaları, ticaret yollarını kontrol etmeleri ve giriştikleri bütün muharebelerden galip çıkmaları Osmanlıların hem ekonomik yönden hem de kendilerini Avrupaya karşı üstünlük şuuru içerisinde görmelerine vesile olmuşur. Osmanlılar mensup oldukları İslam dininin en son ve en doğrusu olduğu inancı içerisinde ve varisi oldukları parlak Ortaçağ İslam medeniyeti tesiriyle, manevi yonden de kendilerini Avrupaya karşı üstün görmekteydiler. İşte bu sebepler Osmanlıların Rönesans dönemi ve sonrası Batı AvrupaDa ortaya çıkan yeni entelektüel anlayışı fark etmelerine, ona bağlı gelişmelerin Avrupa toplumlarının gelişmesinde icra edeceği tesirleri ve bütün bunların kendilerine karşı potansiyel tehlike olabileceğini takdir etmelerine mani olmuştur. Osmanlılar, Avrupa dışındaki güçlü diğer bazı devletler gibi Avrupanın ilerlermesini ve aradaki mesafenin kolay aşılamayacağını, Sanayi devriminin yarattığı yayılmacı politikalar ile askeri ve iktisadi gücün ezici üstünlüğünü görünce fark ettiler.
Osmanlılar bir taraftan 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupadaki harp teknolojisi, madencilik, haritacılık, pusula ve saatçilik konularındaki gelişmeleri arada fazla zaman farkı olmadan takip ederken, diğer taraftan coğrafya, astronomi ve tıp gibi belirli alanlarda bilgi transferini de gerçekleştirmiştir. Coğrafya ve haritacılık alanında 16. yüzyıldan itibaren Piri Reisin çalışmalarıyla en büyük eserlerini vermeye başlamıştır. Piri Reis çalışmalarında bir çok haritadan yararlandığını belirtmektedir. Bir yandan eski bilgileri derlemiş, diğer taraftan yeni gelişmeleri takip etmiş olması ve bunlara ilaveten kendi müşahadelerini de not etmesi, Piri Reisin ilmi tavrını göstermektedir.
Osmanlıların Rönesans tıbbı ile ilk temaslarını, oldukça erken zamana rastlar. II.Murad zamanında sarayda hizmete giren Avrupalı hekimler ile Osmanlı tababeti 15. yüzyılın sonunda ve 16. yüzyılın ilk yarısında büyük ölçüde Rönesans tıbbını tanıma imkanına kavuşmuştur. 1393-1394te, II. Murad zamanında Fransadan ve Almanyadan sürülen Yahudiler, Türkiyeye sığındıktan sonra, 1491-1492de İspanyadan çıkarılan Yahudiler de Osmanlı Devletinin himayesinde dinlerini ve hayatlarını teminat altında bulmuşlardır. Osmanlı Devletine iltica eden Yahudiler arasında İspanyol, Portekiz ve İtalyan asıllı hekimler de bulunmaktaydı. Rönesans tıbbının tesirlerinin Osmanlı tıbbına daha çok bu ikinci dalgada gelen hekimler ile ulaştığı söylenebilir.
2.1 Yeni Eğitim Kurumlarının Kuruluşu
Osmanlılar, Avrupada gelişen teknolojiden ve özellikle askeri sahalardaki lerlemelerden etkilenmeleri sonucunda yeni bilimi öğretecek yeni eğitim kurumları kurma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı klasik eğitim kurumlarına dokunmadan kurulan bu müesseseler imparatorlukta yeni bir bilim ve eğitim anlayışının doğuşunu hazırlamışlardır.
Askeri Mühendislik Eğitimi
a. Humbaracı Ocağı
Osmanlılarda, Avrupa kaynaklı modern askeri teknik eğitim, 18. yüzyılın başlarından itibaren, orduda yapılan ıslahat haraketiyle başlamıştır. 1730da Lale devrinine son veren ve Sultan III.Ahmedin tahttan indirilerek, I.Mahmudun tahta çıkmasına sebep olan Patrona Halil ayaklanması ile Osmanlı siyasi hayatında yeni bir donem açılmıştır. Bu tarighten itibaren Osmanlı ordusunun ıslahı konusunda ilk teşebbüsler, Osmanlı Devletine iltica ederek Müslüman olan Fransız Generali Comte de Bonneval nezaretinde 1735 yılında kurulan Humbaracı Ocağı ile başlamıştır. Burada Avrupa uslulü yeni bir askeri eğitim gerçekleştirilmiştir. Bu ocağın en önemli özelliği, zabitler arasında teorik ve tatbiki olarak matematik ve modern harp sanatları konusunda ders veren Avrupalı ve Osmanlı hocaların mevcudiyetidir. Humbaracılar, burada, teorik ve pratik eğitim yanında yeni harp tekniklerinin uygulamarı hakkında da bilgi sahibi olmuşlardır. Avrupa tarzı modern eğitimde bir diğer teşebbüs de Fransız subayı Baron de Tottın İstanbulda bulunduğu sırada (1770-76) kurulmuş olan Topçu Mektebi ve Hendese Odasını örnek gösterebiliriz.
b. Hendesehanenin Kurulması
Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşanın isteği ile Tersane personeline, ihtiyaç duyulan teorik eğitimi vermek üzere 29 Nisan 1775de Tersane ambarlarında bir odada Hendese Odası kurulmuştur. Burada Baron de Tottun nezaretinde, Campbell Mustafa Ağa ve Fransız S. Kermovan ders vermişlerdir. Denizciliğe, Donanmaya, Coğrafya ve Haritacılığa dair dersler verilerek Osmanlı Donanmasında bu ilimlerden anlayan kaptanlar yetiştirilmeye çalışılmıştır.
1789da Sultan III.Selimin tahta çıkması ile başlattığı Nizam-ı Cedid haraketi çerçevesinde ele alınan askeri ıslahat çalışmaları, askeri teknik eğitim konusunda yeni bir sayfayı başlatmıştır. 1792 yılında kışlaları tanzim ve nizamların yeniden ele alınan Humbaracı ve Lağımcı Ocaklarına gerekli görülen aritmetik ve hendese eğitimini vermek üzere, bu kışlara bitişil yeni bir mühendishane açılmıştır. Mühendishane-i Cedid adı verilen bu müessese doğrudan Humbaracı Ocağına bağlı bir statüde kurulmuştur.
c. Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn (Deniz Mühendishanesi)
Mühendishane-i Cedid, açıldıktan sonra, Tersane mühendishanesindeki hoca ve 7 nefer talebe, buraya nakledilmiştir. Tersane mühendishanesi, gemi inşa, haritacılık ve coğrafya eğitimi veren bir deniz mühendishanesi haline getirilmiştir. Fransız bir subay olan Jacques Balthasar le Brun, bu kurumun başına getirilmiş, burada Avrupa usulüne uygun olarak gemi inşa dersi vermiştir. Bu mühendishane 1821 yılına kadar fenn-i inşa ve fenn-i harita ve coğrafya adlarında iki şubeli olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1845 yılında Heybeliadaya taşınmıştır. Günümüzde Deniz Harb Okulu olarak faaliyetlerine devam etmektedir.
d. Mühendishane-i Cedid (Kara Mühendishanesi)
1795-96 yılında Humbaracı ve Lağımcı kışlasına bitişik olarak inşa edilen binada eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam eden Mühendishane, 1801 yılında Başhocalığa getirilen Hüseyin Rıfkı Tamani ile sistemli olarak Avrupa tarzı fen eğitimine geçmiş ve 1806 yılında Sultan III. Selim tarafından Humbaracı ve Lağımcı ocağından ayrılarak müstakil bir kurum haline getirilmiştir. Devletin bu yeni müesseseyi kurmaktan maksadı, her şeyden önce ordunun yeni bir nizama sokulması, yeni tekniklerle donanmış ve Avrupa orduları karşısında mağlup olmamak için fen tahsili görmüş zabit yetiştirmek gibi, acil ihtiyaca cevap verecek insan gücüne sahip olmaktır. 1826da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyenin zabit ihtiyacını karşılamak üzere mühendishane talebe kontenjanı çoğaltılmıştır.
Sivil Mühendislik Eğitimi
19. Yüzyılın son çeyreğine kadar ülkede modern tarzda sivil mühendislik hizmetini verecek eleman yetiştirmek üzere bir müessese kurulmamıştır. Ancak yüzyıl boyunca ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğunda da geniş bir uygulama sahası bulan modern teknolojiler, buhar ve daha sonraları elektrik gücüne dayalı olarak çalışan endüstri kuruluşları, küçük sanayi işletmeleri, telgraf ve demiryolları, karayolları ve sivil inşaatlar İmparatorluğun mühendis ihtiyacını arttırmıştır. Devlet bu ihtiyacını kısmen askeri mühendis kıskem de yabancı uzmanlar veya Avrupada tahsil görmüş gayri Müslimler vasıtasıyla karşılamaya gayret ederken ihtiyaç duyulduğunda küçük çapta sivil amaçlarla teknik eleman yetiştirmek üzere bazı mektepler açtığı görülmektedir. Bunların ilk örnekleri, Telgraf Mektebi (1860) ile Midhat Paşanın gayretile açılan Sanayi Mektebi (1868) olmuştur. Sanayi Mektebinin en önemli özelliği, teorik ve pratik eğitimin bir arada verilmiş olması ve o güne kadar İmparatorlukta cari olan usta-çırak usulü yerine, yeni tekniklerle eğitilmiş bilgili sanatkarlar yetiştirmek hedeflenmiştir. 1884de kurulan Mülkiye Mühendis Mektebi, kuruluş safhasında Mühendishane-i Berri-i Humayun gibi idaresi Tophane Nezaretine bağlanmış, ancak mezunları Nafıa Nezaretinin kontrolune bırakılmıştır. Bu şekilde askeri makamlara bağlı olduğu halde mezunlarının sivil sahalarda istihdam edildiği bir müessese meydana getirilmiştir. 1946da İstanbul Teknik Üniversitesine dönüştürülmüştür.
Tıp Mektepleri
Osmanlı Devletinde modern tıp eğitiminin başlangıcı 19. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. Ocak 1806 yılında Mühendishane-i Cedideden ilham alınarak Tersane Tıbbiyesi adlı bir tıp mektebi kurulmuştur.Tersane-i Amirede, donanmanın tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan bu mekteple asıl olarak imparatorlukta tıp tahsilinin yaygınlaştırılması ve Devlet-i Aliye tebaasından tabiplerin sayısının artması hedeflenmiştir. İmparatorluğun Tersanede açılan bu ilk modern tıp okulunun faaliyetleri kısa ömürlü olmuş ve kuruluşundan iki yıl sonra sırasyıla Kabakçı İsyanı, Sultan Selimin tahttan indirilmesi, onun yerine Mustafanın geçişi, onun kısa süren saltanatından sonra 1808de meydana gelen Alemdar Olayı, Sultan III. Selimin öldürülmesi ve II. Mahmudun tahta çıkışı gibi büyük çalkantılar arasında bu mektebin de faaliyelerinin kesilmiş olduğunu zannediyoruz. Tersanede açılan Tıp Mektebinden yaklaşık yirmi yıl sonra 1827 yılında ordunun tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak maksadıyla Mustafa Behçet Efendinin önderliğinde Tıbhane-i Amire adında İstanbulda yeni bir tıp mektebi açılmasına teşebbüs edilmiştir. 1832de Topkapı Sarayına bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire kurulmuştur. Tıbhane-i Amire, daha sonra Cerrahane-i Amire ile birleştirilip, Mekteb-i Tıbbiye adını almıştır. Bu kurumlara yabancı doktorlar müdür olarak atanmışlar ve eğitim dili Fransızca olmuştur. İlk başta sadece Müslüman öğrenciler alınırken, 1839 Tanzimat Fermanı ile gayr-i Müslim öğrenciler de bu kurumlara girebilmişlerdir.1865 yılında mektebin başına getirilen Cemaleddin Efendi, bu kurumun eğitim dilini Türkçeleştirme çabalarına girmiş ve organize ettiği öğrenci sınıfıyla Türkçe ilk tıp lügatı olan Lügat-ı Tıbbıyeyi neşretmişlerdir. 1909da Mekteb-i Tıbbıiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşaya nakledilmiştir. 1915de Darül Fünuna bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine dönüşmüş ve daha sonra Türkiyede kurulan diğer tıp fakülteierine kaynaklık etmiştir.
Mekteb-i Harbiye
1826 yılında Yeniçeri Ocağının ilgası ile Sultan II.Mahmud tarafından Asakir-i Mansure Muhammediye adı altında yeni bir ordu kurulmuştur. Bu orduda yeni savaş usul ve tekniklerini bilen subayların yetiştirilmesi maksadıyla 1832-1833 yılında bir askeri mektep kurulmasına teşebbüs edilmiştir. 1834-1835te tamir ettirilerek 400 talebe alacak kapasitede bir mektep haline getirilmiş olan Maçka Kışlasında Mekteb-i Harbiye resmen kurulmuştur. Başına da tahsilini Avrupada tamamlamış ve Batı dillerini iyi bilen Namık Paşa getirilmiştir. Mühendishaneden getirilen hocalarla ders programları düzenlenerek eğitim seviyesi yükseltilmiştir. Ayrıca Sultan II. Mahmud, bu mektebin muallim ihtiyacını karşılamak için bazı talebe ve subayları özellikle Viyana ve Parise tahsile göndermiştir. Burada düzenli eğitim, 1838-1839da, Avrupada tahsilini tamamlayıp dönen Mühendishanenin başhocalarından Hüseyin Rıfkı Tamaninin oğlu Emin Paşanın bu mektebin nazırlığına getirilmesinden sonra başlamıştır. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkân-ı Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı (1875). Harbiye'deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul, Alman subayı Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur (1884). İçerde askerî ıslahat yapılırken, II. Abdülhamit devri olmasına rağmen, 1883 ve 1887 tarihlerinde Avrupa'ya iki gurup askerî öğrenci gönderildi. 1905 yılında Edirne, Manastır, Erzincan, Şam ve Bağdat gibi ordu merkezlerinde de birer Harp Okulu açıldı. Ama 1908 yılında bunlar kapatıldı. 1913 ve 1914'te Okulda Alman Uzman Heyeti önemli değişiklikler yaptı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Alman Albayı Berek von Erlich, Askerî Okullar Genel Müdürü olarak çalıştı. Esasen Harbiye 1914-1920 arasında kapalı kaldı. 1920'de de ancak üç ay kadar açık kaldı. Bu sırasa Türk Ordusunun yönetim merkezi İstanbul'dan Ankara'ya kaymıştı. Ankara'da 1920'de kurulan Zabit Namzetleri Talimgâhı, 1923 yılında Harp Okulu "ilk adım" olarak İstanbul'a taşındı, 1936 da ise yeniden Ankara'ya döndü.
3. Osmanlı Devletinin Tahsil İçin Avrupaya Yönelmesi
3.1. Avrupaya Tahsile Talebe Gönderilmesi
Osmanlılarda Avrupaya tahsile talebe gönderilmesi uygulaması Sultan II. Mahmud zamanında başlamıştır. İlk olarak 1830 yılında Serasker Hüseyin Paşanın himayesinde 4 talebe, masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Fransaya tahsile gönderilmiştir.1839da Tanzimat Fermanının ilanına kadar tamamı askeri mekteplerden ve mühendishanelerden seçilen otuz altı kişi, Avrupanın Londra, Paris, ve Viyana gibi büyük şehirlerine Avrupa teknolojisini öğrenmek ve döndükten sonra Osmanlı askeri fabrikaları ve imalathanelerinde görevlendirilmek üzere gönderilmişlerdir. Tanzimatın ilanından sonra Müslüman öğrencilerin yanında gayri müslim tebaadan da çok sayıda talebe gönderilmiştir. Bu öğrenciler döndüklerinde devletin değişik kademelerinde görevlendirilmişlerdir, sadrazamlık dahil olmak üzere nazırlık, büyük elçilik, ordunun her kademesinde komutanlık, valilik, çeşikli devlet şuralarında azalık, Mühendishane, Tıbbıye, Harbiye ve diğer mekteplerde hocalık, mühendislik, doktorluk ve mütercimlik yanında müze ve kütüphane müdürlüğü gibi mühim vazifelerde bulunanlar olmuştur.
3.2. Mekteb-i Osmani
Osmanlı idaresi Parise gönderilmiş olan talebelerin oradaki eğitim ve disiplin işlerini üzene koymak maksadıyla 1857 yılında açtırdığı okuldur. Mektebin kuruluşunun asıl maksadı, Parisde bulunan Osmanlı talebelerinin Fransız hükümetinin değişik okullarının derslerini verimli bir şekilde takip edebilmelerini sağlayarak edebiyat ve fen eğitimlerini tamamlamalarını temin etmektir.
4. Tanzimat Dönemi Eğitim Anlayışı
1839 Tanzimat Fermanının esasları Osmanlı tebaasının can, mali ırz ve güvenliklerinin korunması, vergilerin adilane toplanması, askerlik hizmetinin düzenlenmesi, herkesin adilce muhakeme edilmesi gibi halkın temel hak ve hürriyetlerinin devlet adına teminat altına alan maddelerden oluşmuştur. Osmanlı İmparatorluğunda eğitimde değişim askeri sınıfın eğitimiyle başlamıştır. Tanzimatın ilanını müteakip ilk ve ortaöğretimin geliştirilmesi ön plana çıkmış ve eğitim sisteminde yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Eğitimi incelemek ve ihya etmek amacıyla Meclis-i Muvakkat adında bir araştırma grubu kurulmuş, ve bu grubun önerileriyle ortaöğretim bir düzene sokulmak istenmiştir.
4.1 Tanzimat Dönemi Eğitim Kurumları
· İlköğretim ve Sıbyan Mektepleri
II.Mahmud 1824 yılında ilköğretimin gelişmesiyle de ilgilenmiş ve talim-i sıbyan adında bir ferman yayınlamıştır. Burada çocukların eğitimi için gerekli esaslar belirlenmiştir. Bu düzenlemeyle sadece İstanbul içinde çocukların ergenlik çağına kadar okullara gönderilmesi ve devam mecburiyeti getirilmiştir. Sultan Mahmud 1838 yılında ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse daha girişmiştir. Bu maksatla yeni bir düzenleme yapılmış ve okul devam mecburiyeti, sınıf sistemi, hocaların teftişi gibi kararlar alınmıştır. Sıbyan okulları, daha sonra 1847 yılında yapılan bir düzenleme ile eğitim süresi 4 yıl olacka şekilde ayarlanmış ve rüşdiyelere temel teşkil etmesi amaçlanmıştır. Sultan II.Abdülhamit döneminde bu mekteplere ciddi anlamda eğilim gösterilmiş, ülke genelinde bir öğretim mecburiyeti getirilerek bu okulların sayısı çoğaltılmıştır.
· Rüşdiye Mektepleri
Rüşdiyeler Osmanlı eğitiminde bugünkü ortaokulları temsil etmekteydiler. Sultan II.Mahmud döneminde sıbyan mekteplerinin ıslahı (1838) ele alınmış, bu arada bu mekteplerin üzerinde mekteplerin açılmasına karar verilmiştir. 1845de Muvakkat Maarif Meclisince rüşdiyelerin, Darül-Fünuna öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesiyle, Osmanlı eğitim sistemi içindeki yerleri belirlenmiştir. Öğretim süresi 4 yıl olarak tespit edilen rüşdiye mekteplerinden mezun olanlar imtihanla idadiye kabul edilecektir. 1881 yılında Maarif Komisyonu, rüşdiyelerde tahsil müddetini iki yıla indirerek, idadi mektepleri ile birleştirmiştir. 1892 yılında eğitim süresi 3 yıla çıkarılmış ve din-ahlak dersleri ağırlıklı bir müfredat okutulmaya başlanmıştır.
· Darül-Maarif
Rüşdiye mektepleri gibi bir ortaoğretim mektebidir. Bürokrat yetiştirme programı dahilinde rüşdiyeleriden daha ileri seviyede bir öğretim ve müfredata sahiptir. Bu kurumda, ehliyetli memur yetiştirilmesi yanında kurulması planlanana Darül Fünuna talebe hazırlamak maksadıyla, müfredatına aritmetik,geometri, felsefe, astronomi ve coğrafya gibi o günün rüşdiyelerinde okutulmayan dersler de ilave edilmiştir. Dört yıllık rüşdiye mektepleri programı uygulanan bu müessesenin vakıf idaresinde faaliyet göstermesi orta öğretimde modernleşme gayretlerinin başlangıcında klasik Osmanlı eğitim geleneğine uygun olarak yapılmış bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
5. Islahat Fermanının Osmanlı Eğitimine Katkıları
Tanzimat Fermanında eğitim ile ilgili herhangi bir madde bulunmamasına karşılık 1856 Islahat fermanında eğitim konusu tek bir madde ile ele alınmıştır. Islahat Fermanı bu yönden hedefi, gayri Müslim azınlıklara kendi eğitim müesseselerini kurma, Müslüman okullara girme hakkı ve eğitimde bağımsızlık gibi birtakım yeni imtiyazlar sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa devletleri Islahat fermanında alınan kararların uygulanmadığı gerekçesi ile Osmanlı Devletine bir süre sonra baskı yapmaya başlamış, ve 1867 tarihli Fransız notasında bazı teklifler getirmişlerdir. Bu tavsiyeler ağırlıklı olarak gayri Müslim azınlıklara eşit muamele edilmesi yönünde tekliflerdir.
5.1 Yeni Kurulan Orta Öğretim Kurumları
· Mekteb-i Sultani
Tanzimat dönemi maarifçileri, her ne kadar rüşdiyeleri yüksek mekteplere ve Darül Fünuna kaynak kabul etmişlerse de, rüşdiye öğretiminin bu görevi yerine getiremeyeceği anlaşılmıştır. Ayrıca 1856 Islahat Fermanında yer alan müslim ve gayri müslim bütün Osmanlı tebaasının, eşit şartlar altında maarif hizmetlerinden yararlanmasını temin etmek hususu bu yönde bir teşebbüsü mecburi kılmıştır. Öte yandan sıbyan ve rüşdiye okullarında müslim ve gayri müslim çocukların bir arada okutulması sakıncalı görüldüğünden, bu işin daha yüksek öğretim kademelerinde yapılması kararlaştırışmıştır. 1867de verilen nota ile de bir orta dereceli okulun kurulmasına karar verilmiş, bu amaçla 1868de Beyoğlunda Galatasaray adı ile bilinen eski Askeri İdadi binasında Fransızca eğitim yapacak Mekteb-i Sultani kurulmuştur.
· İdadiler
Tanzimat sonrası Osmanlıda yüksek eğitim veren askeri ve sivil mekteplere talebe yetiştirmek üzere bu müesseselerin bünyesinde bir veya iki sene gibi kısa süreli hazırlık sınıfları kurulmuştur. 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile idadi mektebi adıyla rüşdiyelerden sonra gelen bir orta eğitim kurumu olarak Osmanlı eğitim hayatına girmiştir. Öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilen idadi mekteplerinin programında Türkçe kitabet ve inşa, Fransızca, Osmanlı kanunları, mantık, iktisad, coğrafya, tarih, cebir, hesap ve defter tutma, hendese, hikmet-i tabiye, kimya ve resim dersleri bulunmaktadır. İdadilerin gelişimi ve kurulması maddi imkansızlıklar nedeniyle 1872 yılına kadar kurulamamıştır. İleride yapılacak bütçe paylarıyla bu okullar canlandırılmıştır. Günümüzün liselerine eş bir statüde eğitim vermekteydiler.
6. Modern Yüksek Eğitim ; Darül- Fünun
XIX. yüzyılda reformlar sonucunda yeni yüksek okulların açılması gerekmişti. 1870 yılında "Darül-Fünun" açıldı. Ancak uzun ömürlü olamadı. 1900 yılında yeniden açılan okul matematik, ilahiyat, hukuk, tabii ilimler ve edebiyat fakültelerinden oluşuyordu. Her fakülte yılda 25-30 öğrenci alıyor ve fazla başvuru olursa imtihan yapılıyordu. Darülfünun'a girmek isteyen öğrencilerde, en az 18 yaşında, idadi mezunu ve herhangi bir suçtan ceza almamış olmak şartları aranıyordu. 1908de II.Meşrutiyetin ilanına kadar geçen süre içerisinde birçok mezun veren Darül Fünun, Meşrutiyet döneminde daha sistemli bir eğitime geçmiştir. Meşrutiyetin ilanıyla, İstanbul Darül Fünunu olarak adı değiştirilen Darül Fünun-ı Şahane, Tıp ve Hukuk şubelerini de bünyesine katmak suretiyle resmen 5 şubeli (fakülte) olarak yeniden teşkılatlanmıştır.
1914-1919 yılları arasında ise Almanyadan 20 kadar profesör, doçent, asistan getirildi. Bunlar bazı enstitüler (Dârülmesai) ve laboratuvarlar kurarak âletler getirmişler, programları kendi bilgilerine göre genişleterek Mütarekeye kadar İstanbul'da öğretim faaliyetinde bulunmuşlardır. Mütarekeden sonra anlaşmaları feshedilerek Türkiye'den çıkartılmışlardır.
1919'da yeni bir yönetmelik çıkartılarak üniversiteye ilmî muhtariyet verildi. Sınıf usulü yerine sömestir usulü kondu ve fakültelerin adı medrese oldu. Bu arada savaş dolayısıyla erkek nüfusun büyük ölçüde silâh altına alındığı dönemlerde Dârülfünun öğrencilerinin yaş ortalaması küçüldü ve Şubat 1914te başlayan hanımlara Üniversite dersleri verilmesi, 1916 yılında bir bir İnas Dârülfünunu kurulmasıyla sonuçlanmıştı. 1917 yılında da Tıbbiyeye de kız öğrenci alınmaya başlanmış, kızlar çarşafı atamamakla beraber peçeyi kaldırmışlar, 1918 yılında da üniversitede karma konferanslar verilmeye başlanmıştır. Cumhuriyetten sonra kadınlara mutlak serbesti verilip karma eğitime tam anlamıyla izin verildikten sonra İnas Darülfünunu kapatılarak dağıtılmıştır.
B. ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİ
Atatürk Dönemi Milli Eğitim PolitikasıMilli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişti. Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan kaldırıldığı bu dönemde, hedef alınan anadüşünce milli, çağdaş ve laik bir toplum meydana getirmekti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim sayesinde gerçekleşebilirdi. Milli Mücadelenin kazanılmasında etkili olan milli birlik ve milli şuur anlayışı yeni devletin eğitim politikasının da esasını oluşturdu.Zira, Osmanlıdan farklı olarak üniter milli bir devlet olarak kurulan Cumhuriyetin eğitim politikası da milli olmalıydı. Bu konu ile ilgili olarak, daha milli mücadelenin devam ettiği yıllarda 1921de Ankarada milli bir eğitim programının oluşturulması amacıyla Maarif Kongresi toplandı. Atatürk kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında, önceki eğitim sistemini eleştirerek, ülkenin geri kalmasında oynadığı role dikkatleri çektikten sonra, yeni devletin eğitim politikasının Osmanlıdaki gibi gayr-i milli olmayıp, doğu ve batı tesirlerinden uzak milli bir politika olacağını vurgulamıştır. Cumhuriyet ile beraber milli eğitimin amacı, milliegemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, milli birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir Bu dönemde milli eğitimin, aynı zamanda çağdaş ve laik özellikler taşıması için çalışıldı. O dönemde batı medeniyeti en ileri çağdaş tek medeniyettir ve temelinde akılcılık ve gerçekçiliğe dayalı bilimsel düşünce anlayışı vardır. Türk toplumunun çağdaşlaşabilmesi için bu düşüncenin temel alınması dolayısıyla eğitimin dinin tesirinden kurtarılarak laik esaslara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ki, bu doğrultuda laikleşme hareketlerine ağırlık verildi. Böylece, milli ve laik bir eğitim politikası ile ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş sağlanmaya çalışıldı. Bunların yanı sıra dönemin milli eğitim politikasının bir özelliği de halkçı, halka doğru olmasıdır. Daha çok ilk ve orta öğretimde belirgin olarak ortaya çıkan bu özellik, eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması, okulların bütün ülke çocuklarına açık ve parasız hale getirilmesi anlayışı ile kendini göstermiştir.Cumhuriyetin ilk Maarif Vekili olan İsmail Safa (Özler) döneminde eğitim politikasının tespiti için oluşturulan Misak-ı Maarifte eğitim ve öğretimin hedeflerini belirleyen şu ilkelere yer verilmiştir: İlköğretimi fiilen umumi halegetirmek, herkese okuma yazma öğretmek, vatandaşları milliyetçi, halkçı ve cumhuriyetçi yetiştirmektir. Aynı Misakta eğitimin genel hedefi ise, Türk milletini medeniyet safında en ileriye ***ürmek ve yeni nesilleri Türk olmak haysiyetinin istilzam ettiği gayeye en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak aşk, irade ve kudretle yetiştirmek olarak belirlenmiştir.
a) Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Uygulamaları
Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar arasında eğitimdeki gelişmeler önemli bir yere sahiptir. Bu alandaki en önemli adım 3 Mart 1924dekabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile atıldı. Bu konuda 1923 yılı başında İzmirde yaptığı bir konuşmasında medreseleri eleştirerek, Arapça öğrenmenin güçlüğünden bahseden Atatürk ...Milletimizin Darül irfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır... diyerek konuya dikkatleri çekmiştir. Nihayet, 3 Mart 1924te Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve arkadaşları tarafından T.B.M.M.ne verilen Tevhid-i Tedrisat Kanununa dair verilen kanun teklifi yapılan görüşmeler sonunda kabul edildi. Buna göre ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Medreseler kapatıldı. Kanuna dayanarak İstanbul Darül fünununa bağlı İlahiyat Fakültesi ile ülkenin değişik bölgelerinde İmam-Hatip okulları açıldı. Köklü değişiklikleri getiren bu kanun ile eğitim merkezileştirilerek devletin kontrol ve denetimine geçti. Farklı programlarla eğitim yaparak ikiliğe yol açan mektep-medrese ayrılığının önüne geçilmeye çalışıldı. Yine, Osmanlı dönemindeki zararlı faaliyetleri ile dikkatleri çeken azınlık ve yabancı okulları, denetim altına alındı.Ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak yeniden hazırlandı. Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cumhuriyet ideolojisini yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi.Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra 1930lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara önem verildi. 1928de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni harfleri öğretmek hem de okur yazar oranını arttırmak gayesiyle MilletMektepleri açıldı. Atatürkün başöğretmenliğinde yürütülen bu çalışmalarla harf inkılabını yaygınlaştırmak için 16-45 yaş arasındaki çok sayıda vatandaşın katıldığı kurslar düzenlendi. Bu kurslarda daha çok okuma yazma, hesap, sağlık ve yurt bilgisi derslerine ağırlık verildiği görülmektedir. Ayrıca açılan Halk Okuma Odaları ile okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışıldı. 1926dan itibaren ortaöğretimde karma eğitime geçilerek kız ve erkeklerin aynı okuldan aynı programla bir arada okumaları sağlandı. Kısacası, bu kanun ile inkılâpların eğitim yoluyla gerçekleştirilmesi ve bütün topluma yaygınlaştırılması çabası söz konusudur.
b) İlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler
Cumhuriyetten önce sıbyan okulları ile iptidaî mekteplerinde yapılan ilköğretim istenilen amacı gerçekleştiremiyordu. Zira, 1920lerde okuma yazma bilenlerin oranının % 10 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet Türkiyesinde yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuştur. Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve zorunlu hale getirilmiştir. İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir.Cumhuriyet döneminden önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönemde üçer yıllık ortaokul ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönemde ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak görüldü. Bu doğrultuda hazırlanan yeni programlarda Cumhuriyet ideolojisinin yanı sıra bazı mesleki bilgilere de yerverildi Türkçe ve edebiyat gibi derslere ağırlık verilerek, liselere ilk kez Sosyoloji dersi konuldu. Bu dönemde önem verilen bir diğer alan mesleki ve teknik eğitimdir. Bu konuda yabancı uzmanlar davet edilerek onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanıldı. Bu uzmanlardan biri 1924te Ankaraya davet edilen John Deweydir.Dewey görüşlerini hazırladığı bir rapor ile ortaya koyar. Raporunda özetle, eğitimkonusunda kararlar alacak kadronun yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Deweyi 1925te Kuhne ve 1927de Buyse takip eder. Bu kişiler de Türk eğitimi üzerinde incelemeler yaparak mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmesi yolundaki tavsiyelerini birer raporla bildirmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanında gösterilen gayretler sonucunda % 10 civarında olan okur-yazar oranı 1935de % 19a, 1940da ise % 22ye çıkarılabilmiştir. Bu dönemde erkeklere nazaran kadınların okur yazar oranı oldukça düşüktü. 1935de erkeklerdeki % 23lük oran kadınlarda % 8civarındadır. Bu rakam 1950lere gelindiğinde erkeklerde % 55e çıkarken kadınlarda % 25e ulaşmıştır ki, bu rakam kırsal kesimdeki kadında daha düşük-tür.
c) Yükseköğretimdeki Gelişmeler
Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları yetiştirmek ve özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek öğretimde düzenlemelere gidildi. Bu amaçla Tanzimat döneminde açıldığını gördüğümüz Darül Fünunda reform yapılmasına karar verildi. Bu konuda dönemin hükümetinin kanaati,Darül Fünunun özellikle son dönemde kendinden bekleneni yerine getiremediği ve gerçekleştirilen inkılâpların gelişimine ayak uyduramadığı şeklindeydi. Atatürk ise bu konudaki görüşünü TBMMnde yaptığı bir konuşmasında Üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi maarifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kati kararımızdır... sözleri ile ortaya koymuştur.
Bu amaçla İsviçrenin Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörlerinden Albert Malche Türkiyeye davet edilerek, kendisinden Darül Fünunu Avrupa normlarına göre değerlendiren ayrıntılı bir rapor hazırlaması istendi. 1932 yılı başlarında Türkiyeye gelen Malche raporunu 1 Haziran 1932de Türk Hükümetine sundu. Malche Darül Fünunla ilgili Raporda, özetle Darül Fünunun bilimsel yetersizliği ifade edilerek, bu durumun ortadan kaldırılması için araştırmaya ve yabancı dil derslerine ağırlık verilmesi önerilmekteydi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite reformu konusunda sadece Malchedan değil, Darülfünun Divanı, fakülte meclisleri ve fakülte reislerinden de reform tasarıları istemiştir. Sonuçta; Malcheın raporunun yanı sıra fakültelerden gelen raporlar da değerlendirilerek Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan bir rapor Bakanlar Kuruluna sunulmuş, Bakanlar Kurulu da 15 Mayıs 1933 tarihli toplantısında konuyu Meclise ***ürmüştür. Darülfünunun ortadan kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesinin kuruluşu 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı kanun ile gerçekleştirilmiştir.
Bir yandan bu gelişmeler sağlanırken diğer yandan da alınan kararları hayata geçirecek çalışmalar sürdürüldü. 20 Mayıs 1933te Malcheın başkanlığında Talim ve Terbiye Dairesi üyeleri Avni (Başman) ve Rüştü (Uzel) Beyler,Mühendis Mektebi Müdürü Kerim (Erim) ve Ankara Lisesi Müdürü Osman(Horasanlı) Beyden oluşan bir Islahat Komitesi oluşturuldu. Çalışmalar sonucunda yeni üniversitenin kadrosu oluşturuldu. Buna göre Darül Fünunda görev yapan 92 Öğretim üyesi işten çıkartılırken, 59u görevine devam ettirildi.Bütün bu çalışmalar sürerken Almanyadaki gelişmelerin sonucu da yakından takip edilmiş, 1933te iktidara gelen Adolf Hitlerin zulmünden canını kurtarmak için yurt dışına kaçan yüzlerce Alman bilim adamından bir kısmı ile yukarda da belirtildiği gibi temas kurularak Türkiyeye davet edilmiştir.
Bu şekilde Türkiyeye gelen profesörlerin büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesinin Tıp, Fen, Edebiyat ve İktisat fakültelerinde çalışmıştır. Bunun yanında Ankarada Hukuk Fakültesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Ankara Devlet Konservatuarı, Hıfzısıhha Enstitüsü, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Numune Hastanesi gibi kurumlarda da az sayıda bilim adamı görev yapmıştır. Bu şekilde Batı örneğinde bir bilim yuvası olarak düşünülen üniversite,Edebiyat, Fen, Tıp ve Hukuk Fakülteleri olarak yeniden teşkilatlandırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği açılan İlahiyat Fakültesi İslam Tetkikleri Enstitüsü olarak düzenlendi. Ayrıca Türk İnkılabı Enstitüsü, Kimya Enstitüsü ve Morfoloji Enstitüsü gibi araştırma kurumları açıldı. Yeni Türkiye Devletinin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, bilim adamlarına büyük önem vermiştir. Cumhuriyetin onuncu yılında gerçekleştirilen bu düzenlemelerin yanı sıra Ankarada 1925de açılan Hukuk Mektebi 1934de Hukuk Fakültesi haline getirildi. Daha önce açılan Ankara Yüksek Ziraat Mektebi 1933te Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak düzenlendi. 1930lardan sonra takip edilen milli kültür politikası gereğince Türk dilinin ve tarihinin bilimsel metotlarla araştırılması için Ankarada Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu (1936). Aynıyıl eski Mülkiye Mektebi, Siyasal Bilgiler Okulu olarak Ankarada yeniden düzenlendi. Ankara Üniversitesini (1946) meydana getiren bu okullarla Türkiyede yüksek öğrenimin geliştirilmesi sağlandı.
Bu konuda sonuç olarak şu değerlendirmede bulunabiliriz.Türkiye Devletinin eğitim politikası her şeyden önce milli idi. Akla ve bilime dayalı laik ve çağdaşözellikler taşımaktaydı. Öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Buamaçla parasız eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün ülke çocuklarına zorunlu kılındı. Tevhid-i Tedrisatla eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar MEBnın sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası bir devlet politikası haline getirildi. Yeni devletin kısa sürede gelişip kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe yarar bilgilerin verilmesi esas alındı.
Eğitim politikalarının, kültür İnkılâbıyla birlikte değerlendirilmesi daha açık bir fikir edinmemize yardımcı olacaktır. Bu yıllardaki okullaşma oranının yüksekliği büyük bir ileri görüşlülükle bu konuya eğilimliğini göstermektedir. 1923-1932yılları arasındaki bütün ekonomik zorluklara rağmen büyüklü küçüklü 2650 yeni okul binası yaptırılmıştır.
Kısacası, öğretmenlerden genç neslin Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetiştirilmesi istenen bu dönemde bir taraftan çok düşük olan okur-yazar oranı arttırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türk toplumunu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak, cumhuriyet ilkelerine bağlı, diline, tarihine ve kültürüne saygılı, bilimsel zihniyeti benimsemiş milli şuura sahip gençlerin yetiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar ve İnternet Adresleri
· Ekmelettin İhsanoğlu / Osmanlı Medeniyeti Tarihi Eğitim ve Bilim Bölümü.
· Eğitim Alanındaki İnkilaplar
1. Osmanlı Eğitim Kurumları
Osmanlı dünyasında eğitim, yüzyıllarca resmî ve gayrı resmî müesseseler yolu ile yürütülmüştür. Bu farklı müesseseler arasında en önemlisi ve ilim ile ilgili faaliyetleri başta gelen kaybağı hiç şüphesiz kuruluşundan yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdüren medreselerdir. Medreseler zihniyet bakımından dini müessesenin güdümünde, yapısı açısından vakıf sisteminin içinde, mali yönden ise muhtar bir kuruluş olup hizmetini devlet denetiminde yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Başlıca Osmanlı eğitim kurumları şunlardır;
1.1. Sıbyan Mektepleri
Osmanlı Devletinde ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yer Sıbyan Mektebi idi. Çocukların eğitimi için teşkil edilen bu mektepler klasik İslam medeniyetindeki küttab adlı okulların devamı mahiyetindedir. Bu mektepler mali ve mekan açısından fazla bir külfet gerektirmediğinden her köyde, her mahallede ve her semtte açılmıştır. Müslüman olan her ailenin çocuğu bu mekteplere girebilirdi. Bu okulların genel amacı çocuğa okuma yazma öğretmek, İslam dininin kaidelerini ve Kuran-ı Kerimi belletmektir.
1.2. Medreseler
Medreselerin kuruluş esası fıkıh ilmini öğretmektir. XI. Yüzyılda Nizamiye medreseleri çoğunlukla fakih yetiştirmek üzere kurulmuştur. Medrese sistemi ve teşkılatı, İslam dünyasındaki cami, hastane, imaret, kervansaray, han ve hamam gibi bütün sosyal hizmet ve yardım amaçlı müesseseler gibi vakıf temeli üzerine kurulmuştur. Medreselerde ağırlıklı olarak fıkıh (İslam hukuku), dini ilimler ve onlara yardımcı edebi ilimler okutulmuştur. Eğitim süresi azami beş yıldır. Temel eğitimini tamamladıktan sonra herhangi bir ilimde ihtisas yapmak isteyen talebeler, o bilim dalındaki tanınmış hocalara gidip onlardan ders görürler ve icazet alırlardı. Osmanlı fetih politikasına göre fethedilen yerlerde ilk önce cami, ve yanında medrese açılması bir gelenek halini almıştır. Bu gelenek topluma ve devlete gerekli din, ilim ve eğitim hizmetleri yanında devlet idaresinde ihtiyaç duyulan idari ve adli personelin yetiştirilmesine yönelikti. Böylece, Osmanlılar devlet işlerinde bilgili ve aynı zamanda yapılan işlerin kanunlara uygun olması hususlarına riayet eden yetişkin insan gücüne sahip olmuşlardır. Bu da merkezi idarenin sağlam ve güçlü olmasını sağlamıştır. Medreselerde, ilerleyen yıllarda dini ilimlerin yanında aritnetik, geometri, cebir ve astronomi gibi bilimler ile tabii bilimlerden klasik fizik de okutturulmuştur.
1.3. Enderun Mektebi
Enderun mektebi, imapratorluğun idari mekanizmasını yürütecek seçkin elemanların yetiştirildiği saray teşkılatı içerisinde yer alan bir eğitim kurumudur. Dolayısıyla bu özellikleriyle Enderun mektebi Osmanlı Devletiinde medrese dışında ikinci köklü eğitim kurumu olmuştur. Medreselerde okutulan nakli ve akli ilimlerden Kuran-ı Kerim, hadis, kelam, hat, Arapça yanında, Farsça, belagat, şiir, felsefe, tarih, riyaziye, coğrafya gibi dersler Enderun mektebinde de okutulmaktadır. Enderunun eğitimnde diğer okullardaki eğitimden asıl farklılık, talebelerin askeri ve idari konularda görmüş oldukları uygulamaların yoğunlaşmış olmasıdır. Bu açıcan Enderun eğitiminin çeşitli becerilerin, sanatların, idari ve siyasi bilgilerin uygulamalı olarak öğretildiği ve neticede kabiliyetlerin tespit edildiği bir eğitim olduğu söylenebilir.
Osmanlı Devletinde klasik dönemde, tüm bu eğitim kurumlarının yanında ağırlıklı olarak topçu eğitimlerinin verildiği bazı teknik eğitim kurumları, tasavvufi eğitim veren tekke ve zaviyelerle birlikte serbest eğitim veren konak ve meclisler de dönemin tipik eğitim kurumlarındandır.
2. Batı İle Temaslar Ve Yenileşme Dönemi Eğitim Kurumları
Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devletinin Avrupa ile siyasi ve askeri çekişmeler içerisinde gelişen münasebetlerinde görülen bariz niteliklerden birisi, Osmanlıların kendilerini her bakımdan Avrupalılardan üstün kabul etmeleridir. Osmanlılar askeri ve ekonımik yönden Avrupa devletlerinden ve diğer Müslüman devletlerden daha güçlü durumdaydı. Zengin maden yataklarını ellerinde bulundurmaları, ticaret yollarını kontrol etmeleri ve giriştikleri bütün muharebelerden galip çıkmaları Osmanlıların hem ekonomik yönden hem de kendilerini Avrupaya karşı üstünlük şuuru içerisinde görmelerine vesile olmuşur. Osmanlılar mensup oldukları İslam dininin en son ve en doğrusu olduğu inancı içerisinde ve varisi oldukları parlak Ortaçağ İslam medeniyeti tesiriyle, manevi yonden de kendilerini Avrupaya karşı üstün görmekteydiler. İşte bu sebepler Osmanlıların Rönesans dönemi ve sonrası Batı AvrupaDa ortaya çıkan yeni entelektüel anlayışı fark etmelerine, ona bağlı gelişmelerin Avrupa toplumlarının gelişmesinde icra edeceği tesirleri ve bütün bunların kendilerine karşı potansiyel tehlike olabileceğini takdir etmelerine mani olmuştur. Osmanlılar, Avrupa dışındaki güçlü diğer bazı devletler gibi Avrupanın ilerlermesini ve aradaki mesafenin kolay aşılamayacağını, Sanayi devriminin yarattığı yayılmacı politikalar ile askeri ve iktisadi gücün ezici üstünlüğünü görünce fark ettiler.
Osmanlılar bir taraftan 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupadaki harp teknolojisi, madencilik, haritacılık, pusula ve saatçilik konularındaki gelişmeleri arada fazla zaman farkı olmadan takip ederken, diğer taraftan coğrafya, astronomi ve tıp gibi belirli alanlarda bilgi transferini de gerçekleştirmiştir. Coğrafya ve haritacılık alanında 16. yüzyıldan itibaren Piri Reisin çalışmalarıyla en büyük eserlerini vermeye başlamıştır. Piri Reis çalışmalarında bir çok haritadan yararlandığını belirtmektedir. Bir yandan eski bilgileri derlemiş, diğer taraftan yeni gelişmeleri takip etmiş olması ve bunlara ilaveten kendi müşahadelerini de not etmesi, Piri Reisin ilmi tavrını göstermektedir.
Osmanlıların Rönesans tıbbı ile ilk temaslarını, oldukça erken zamana rastlar. II.Murad zamanında sarayda hizmete giren Avrupalı hekimler ile Osmanlı tababeti 15. yüzyılın sonunda ve 16. yüzyılın ilk yarısında büyük ölçüde Rönesans tıbbını tanıma imkanına kavuşmuştur. 1393-1394te, II. Murad zamanında Fransadan ve Almanyadan sürülen Yahudiler, Türkiyeye sığındıktan sonra, 1491-1492de İspanyadan çıkarılan Yahudiler de Osmanlı Devletinin himayesinde dinlerini ve hayatlarını teminat altında bulmuşlardır. Osmanlı Devletine iltica eden Yahudiler arasında İspanyol, Portekiz ve İtalyan asıllı hekimler de bulunmaktaydı. Rönesans tıbbının tesirlerinin Osmanlı tıbbına daha çok bu ikinci dalgada gelen hekimler ile ulaştığı söylenebilir.
2.1 Yeni Eğitim Kurumlarının Kuruluşu
Osmanlılar, Avrupada gelişen teknolojiden ve özellikle askeri sahalardaki lerlemelerden etkilenmeleri sonucunda yeni bilimi öğretecek yeni eğitim kurumları kurma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı klasik eğitim kurumlarına dokunmadan kurulan bu müesseseler imparatorlukta yeni bir bilim ve eğitim anlayışının doğuşunu hazırlamışlardır.
Askeri Mühendislik Eğitimi
a. Humbaracı Ocağı
Osmanlılarda, Avrupa kaynaklı modern askeri teknik eğitim, 18. yüzyılın başlarından itibaren, orduda yapılan ıslahat haraketiyle başlamıştır. 1730da Lale devrinine son veren ve Sultan III.Ahmedin tahttan indirilerek, I.Mahmudun tahta çıkmasına sebep olan Patrona Halil ayaklanması ile Osmanlı siyasi hayatında yeni bir donem açılmıştır. Bu tarighten itibaren Osmanlı ordusunun ıslahı konusunda ilk teşebbüsler, Osmanlı Devletine iltica ederek Müslüman olan Fransız Generali Comte de Bonneval nezaretinde 1735 yılında kurulan Humbaracı Ocağı ile başlamıştır. Burada Avrupa uslulü yeni bir askeri eğitim gerçekleştirilmiştir. Bu ocağın en önemli özelliği, zabitler arasında teorik ve tatbiki olarak matematik ve modern harp sanatları konusunda ders veren Avrupalı ve Osmanlı hocaların mevcudiyetidir. Humbaracılar, burada, teorik ve pratik eğitim yanında yeni harp tekniklerinin uygulamarı hakkında da bilgi sahibi olmuşlardır. Avrupa tarzı modern eğitimde bir diğer teşebbüs de Fransız subayı Baron de Tottın İstanbulda bulunduğu sırada (1770-76) kurulmuş olan Topçu Mektebi ve Hendese Odasını örnek gösterebiliriz.
b. Hendesehanenin Kurulması
Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşanın isteği ile Tersane personeline, ihtiyaç duyulan teorik eğitimi vermek üzere 29 Nisan 1775de Tersane ambarlarında bir odada Hendese Odası kurulmuştur. Burada Baron de Tottun nezaretinde, Campbell Mustafa Ağa ve Fransız S. Kermovan ders vermişlerdir. Denizciliğe, Donanmaya, Coğrafya ve Haritacılığa dair dersler verilerek Osmanlı Donanmasında bu ilimlerden anlayan kaptanlar yetiştirilmeye çalışılmıştır.
1789da Sultan III.Selimin tahta çıkması ile başlattığı Nizam-ı Cedid haraketi çerçevesinde ele alınan askeri ıslahat çalışmaları, askeri teknik eğitim konusunda yeni bir sayfayı başlatmıştır. 1792 yılında kışlaları tanzim ve nizamların yeniden ele alınan Humbaracı ve Lağımcı Ocaklarına gerekli görülen aritmetik ve hendese eğitimini vermek üzere, bu kışlara bitişil yeni bir mühendishane açılmıştır. Mühendishane-i Cedid adı verilen bu müessese doğrudan Humbaracı Ocağına bağlı bir statüde kurulmuştur.
c. Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn (Deniz Mühendishanesi)
Mühendishane-i Cedid, açıldıktan sonra, Tersane mühendishanesindeki hoca ve 7 nefer talebe, buraya nakledilmiştir. Tersane mühendishanesi, gemi inşa, haritacılık ve coğrafya eğitimi veren bir deniz mühendishanesi haline getirilmiştir. Fransız bir subay olan Jacques Balthasar le Brun, bu kurumun başına getirilmiş, burada Avrupa usulüne uygun olarak gemi inşa dersi vermiştir. Bu mühendishane 1821 yılına kadar fenn-i inşa ve fenn-i harita ve coğrafya adlarında iki şubeli olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1845 yılında Heybeliadaya taşınmıştır. Günümüzde Deniz Harb Okulu olarak faaliyetlerine devam etmektedir.
d. Mühendishane-i Cedid (Kara Mühendishanesi)
1795-96 yılında Humbaracı ve Lağımcı kışlasına bitişik olarak inşa edilen binada eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam eden Mühendishane, 1801 yılında Başhocalığa getirilen Hüseyin Rıfkı Tamani ile sistemli olarak Avrupa tarzı fen eğitimine geçmiş ve 1806 yılında Sultan III. Selim tarafından Humbaracı ve Lağımcı ocağından ayrılarak müstakil bir kurum haline getirilmiştir. Devletin bu yeni müesseseyi kurmaktan maksadı, her şeyden önce ordunun yeni bir nizama sokulması, yeni tekniklerle donanmış ve Avrupa orduları karşısında mağlup olmamak için fen tahsili görmüş zabit yetiştirmek gibi, acil ihtiyaca cevap verecek insan gücüne sahip olmaktır. 1826da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyenin zabit ihtiyacını karşılamak üzere mühendishane talebe kontenjanı çoğaltılmıştır.
Sivil Mühendislik Eğitimi
19. Yüzyılın son çeyreğine kadar ülkede modern tarzda sivil mühendislik hizmetini verecek eleman yetiştirmek üzere bir müessese kurulmamıştır. Ancak yüzyıl boyunca ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğunda da geniş bir uygulama sahası bulan modern teknolojiler, buhar ve daha sonraları elektrik gücüne dayalı olarak çalışan endüstri kuruluşları, küçük sanayi işletmeleri, telgraf ve demiryolları, karayolları ve sivil inşaatlar İmparatorluğun mühendis ihtiyacını arttırmıştır. Devlet bu ihtiyacını kısmen askeri mühendis kıskem de yabancı uzmanlar veya Avrupada tahsil görmüş gayri Müslimler vasıtasıyla karşılamaya gayret ederken ihtiyaç duyulduğunda küçük çapta sivil amaçlarla teknik eleman yetiştirmek üzere bazı mektepler açtığı görülmektedir. Bunların ilk örnekleri, Telgraf Mektebi (1860) ile Midhat Paşanın gayretile açılan Sanayi Mektebi (1868) olmuştur. Sanayi Mektebinin en önemli özelliği, teorik ve pratik eğitimin bir arada verilmiş olması ve o güne kadar İmparatorlukta cari olan usta-çırak usulü yerine, yeni tekniklerle eğitilmiş bilgili sanatkarlar yetiştirmek hedeflenmiştir. 1884de kurulan Mülkiye Mühendis Mektebi, kuruluş safhasında Mühendishane-i Berri-i Humayun gibi idaresi Tophane Nezaretine bağlanmış, ancak mezunları Nafıa Nezaretinin kontrolune bırakılmıştır. Bu şekilde askeri makamlara bağlı olduğu halde mezunlarının sivil sahalarda istihdam edildiği bir müessese meydana getirilmiştir. 1946da İstanbul Teknik Üniversitesine dönüştürülmüştür.
Tıp Mektepleri
Osmanlı Devletinde modern tıp eğitiminin başlangıcı 19. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. Ocak 1806 yılında Mühendishane-i Cedideden ilham alınarak Tersane Tıbbiyesi adlı bir tıp mektebi kurulmuştur.Tersane-i Amirede, donanmanın tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan bu mekteple asıl olarak imparatorlukta tıp tahsilinin yaygınlaştırılması ve Devlet-i Aliye tebaasından tabiplerin sayısının artması hedeflenmiştir. İmparatorluğun Tersanede açılan bu ilk modern tıp okulunun faaliyetleri kısa ömürlü olmuş ve kuruluşundan iki yıl sonra sırasyıla Kabakçı İsyanı, Sultan Selimin tahttan indirilmesi, onun yerine Mustafanın geçişi, onun kısa süren saltanatından sonra 1808de meydana gelen Alemdar Olayı, Sultan III. Selimin öldürülmesi ve II. Mahmudun tahta çıkışı gibi büyük çalkantılar arasında bu mektebin de faaliyelerinin kesilmiş olduğunu zannediyoruz. Tersanede açılan Tıp Mektebinden yaklaşık yirmi yıl sonra 1827 yılında ordunun tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak maksadıyla Mustafa Behçet Efendinin önderliğinde Tıbhane-i Amire adında İstanbulda yeni bir tıp mektebi açılmasına teşebbüs edilmiştir. 1832de Topkapı Sarayına bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire kurulmuştur. Tıbhane-i Amire, daha sonra Cerrahane-i Amire ile birleştirilip, Mekteb-i Tıbbiye adını almıştır. Bu kurumlara yabancı doktorlar müdür olarak atanmışlar ve eğitim dili Fransızca olmuştur. İlk başta sadece Müslüman öğrenciler alınırken, 1839 Tanzimat Fermanı ile gayr-i Müslim öğrenciler de bu kurumlara girebilmişlerdir.1865 yılında mektebin başına getirilen Cemaleddin Efendi, bu kurumun eğitim dilini Türkçeleştirme çabalarına girmiş ve organize ettiği öğrenci sınıfıyla Türkçe ilk tıp lügatı olan Lügat-ı Tıbbıyeyi neşretmişlerdir. 1909da Mekteb-i Tıbbıiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşaya nakledilmiştir. 1915de Darül Fünuna bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine dönüşmüş ve daha sonra Türkiyede kurulan diğer tıp fakülteierine kaynaklık etmiştir.
Mekteb-i Harbiye
1826 yılında Yeniçeri Ocağının ilgası ile Sultan II.Mahmud tarafından Asakir-i Mansure Muhammediye adı altında yeni bir ordu kurulmuştur. Bu orduda yeni savaş usul ve tekniklerini bilen subayların yetiştirilmesi maksadıyla 1832-1833 yılında bir askeri mektep kurulmasına teşebbüs edilmiştir. 1834-1835te tamir ettirilerek 400 talebe alacak kapasitede bir mektep haline getirilmiş olan Maçka Kışlasında Mekteb-i Harbiye resmen kurulmuştur. Başına da tahsilini Avrupada tamamlamış ve Batı dillerini iyi bilen Namık Paşa getirilmiştir. Mühendishaneden getirilen hocalarla ders programları düzenlenerek eğitim seviyesi yükseltilmiştir. Ayrıca Sultan II. Mahmud, bu mektebin muallim ihtiyacını karşılamak için bazı talebe ve subayları özellikle Viyana ve Parise tahsile göndermiştir. Burada düzenli eğitim, 1838-1839da, Avrupada tahsilini tamamlayıp dönen Mühendishanenin başhocalarından Hüseyin Rıfkı Tamaninin oğlu Emin Paşanın bu mektebin nazırlığına getirilmesinden sonra başlamıştır. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkân-ı Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı (1875). Harbiye'deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul, Alman subayı Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur (1884). İçerde askerî ıslahat yapılırken, II. Abdülhamit devri olmasına rağmen, 1883 ve 1887 tarihlerinde Avrupa'ya iki gurup askerî öğrenci gönderildi. 1905 yılında Edirne, Manastır, Erzincan, Şam ve Bağdat gibi ordu merkezlerinde de birer Harp Okulu açıldı. Ama 1908 yılında bunlar kapatıldı. 1913 ve 1914'te Okulda Alman Uzman Heyeti önemli değişiklikler yaptı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Alman Albayı Berek von Erlich, Askerî Okullar Genel Müdürü olarak çalıştı. Esasen Harbiye 1914-1920 arasında kapalı kaldı. 1920'de de ancak üç ay kadar açık kaldı. Bu sırasa Türk Ordusunun yönetim merkezi İstanbul'dan Ankara'ya kaymıştı. Ankara'da 1920'de kurulan Zabit Namzetleri Talimgâhı, 1923 yılında Harp Okulu "ilk adım" olarak İstanbul'a taşındı, 1936 da ise yeniden Ankara'ya döndü.
3. Osmanlı Devletinin Tahsil İçin Avrupaya Yönelmesi
3.1. Avrupaya Tahsile Talebe Gönderilmesi
Osmanlılarda Avrupaya tahsile talebe gönderilmesi uygulaması Sultan II. Mahmud zamanında başlamıştır. İlk olarak 1830 yılında Serasker Hüseyin Paşanın himayesinde 4 talebe, masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Fransaya tahsile gönderilmiştir.1839da Tanzimat Fermanının ilanına kadar tamamı askeri mekteplerden ve mühendishanelerden seçilen otuz altı kişi, Avrupanın Londra, Paris, ve Viyana gibi büyük şehirlerine Avrupa teknolojisini öğrenmek ve döndükten sonra Osmanlı askeri fabrikaları ve imalathanelerinde görevlendirilmek üzere gönderilmişlerdir. Tanzimatın ilanından sonra Müslüman öğrencilerin yanında gayri müslim tebaadan da çok sayıda talebe gönderilmiştir. Bu öğrenciler döndüklerinde devletin değişik kademelerinde görevlendirilmişlerdir, sadrazamlık dahil olmak üzere nazırlık, büyük elçilik, ordunun her kademesinde komutanlık, valilik, çeşikli devlet şuralarında azalık, Mühendishane, Tıbbıye, Harbiye ve diğer mekteplerde hocalık, mühendislik, doktorluk ve mütercimlik yanında müze ve kütüphane müdürlüğü gibi mühim vazifelerde bulunanlar olmuştur.
3.2. Mekteb-i Osmani
Osmanlı idaresi Parise gönderilmiş olan talebelerin oradaki eğitim ve disiplin işlerini üzene koymak maksadıyla 1857 yılında açtırdığı okuldur. Mektebin kuruluşunun asıl maksadı, Parisde bulunan Osmanlı talebelerinin Fransız hükümetinin değişik okullarının derslerini verimli bir şekilde takip edebilmelerini sağlayarak edebiyat ve fen eğitimlerini tamamlamalarını temin etmektir.
4. Tanzimat Dönemi Eğitim Anlayışı
1839 Tanzimat Fermanının esasları Osmanlı tebaasının can, mali ırz ve güvenliklerinin korunması, vergilerin adilane toplanması, askerlik hizmetinin düzenlenmesi, herkesin adilce muhakeme edilmesi gibi halkın temel hak ve hürriyetlerinin devlet adına teminat altına alan maddelerden oluşmuştur. Osmanlı İmparatorluğunda eğitimde değişim askeri sınıfın eğitimiyle başlamıştır. Tanzimatın ilanını müteakip ilk ve ortaöğretimin geliştirilmesi ön plana çıkmış ve eğitim sisteminde yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Eğitimi incelemek ve ihya etmek amacıyla Meclis-i Muvakkat adında bir araştırma grubu kurulmuş, ve bu grubun önerileriyle ortaöğretim bir düzene sokulmak istenmiştir.
4.1 Tanzimat Dönemi Eğitim Kurumları
· İlköğretim ve Sıbyan Mektepleri
II.Mahmud 1824 yılında ilköğretimin gelişmesiyle de ilgilenmiş ve talim-i sıbyan adında bir ferman yayınlamıştır. Burada çocukların eğitimi için gerekli esaslar belirlenmiştir. Bu düzenlemeyle sadece İstanbul içinde çocukların ergenlik çağına kadar okullara gönderilmesi ve devam mecburiyeti getirilmiştir. Sultan Mahmud 1838 yılında ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse daha girişmiştir. Bu maksatla yeni bir düzenleme yapılmış ve okul devam mecburiyeti, sınıf sistemi, hocaların teftişi gibi kararlar alınmıştır. Sıbyan okulları, daha sonra 1847 yılında yapılan bir düzenleme ile eğitim süresi 4 yıl olacka şekilde ayarlanmış ve rüşdiyelere temel teşkil etmesi amaçlanmıştır. Sultan II.Abdülhamit döneminde bu mekteplere ciddi anlamda eğilim gösterilmiş, ülke genelinde bir öğretim mecburiyeti getirilerek bu okulların sayısı çoğaltılmıştır.
· Rüşdiye Mektepleri
Rüşdiyeler Osmanlı eğitiminde bugünkü ortaokulları temsil etmekteydiler. Sultan II.Mahmud döneminde sıbyan mekteplerinin ıslahı (1838) ele alınmış, bu arada bu mekteplerin üzerinde mekteplerin açılmasına karar verilmiştir. 1845de Muvakkat Maarif Meclisince rüşdiyelerin, Darül-Fünuna öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesiyle, Osmanlı eğitim sistemi içindeki yerleri belirlenmiştir. Öğretim süresi 4 yıl olarak tespit edilen rüşdiye mekteplerinden mezun olanlar imtihanla idadiye kabul edilecektir. 1881 yılında Maarif Komisyonu, rüşdiyelerde tahsil müddetini iki yıla indirerek, idadi mektepleri ile birleştirmiştir. 1892 yılında eğitim süresi 3 yıla çıkarılmış ve din-ahlak dersleri ağırlıklı bir müfredat okutulmaya başlanmıştır.
· Darül-Maarif
Rüşdiye mektepleri gibi bir ortaoğretim mektebidir. Bürokrat yetiştirme programı dahilinde rüşdiyeleriden daha ileri seviyede bir öğretim ve müfredata sahiptir. Bu kurumda, ehliyetli memur yetiştirilmesi yanında kurulması planlanana Darül Fünuna talebe hazırlamak maksadıyla, müfredatına aritmetik,geometri, felsefe, astronomi ve coğrafya gibi o günün rüşdiyelerinde okutulmayan dersler de ilave edilmiştir. Dört yıllık rüşdiye mektepleri programı uygulanan bu müessesenin vakıf idaresinde faaliyet göstermesi orta öğretimde modernleşme gayretlerinin başlangıcında klasik Osmanlı eğitim geleneğine uygun olarak yapılmış bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
5. Islahat Fermanının Osmanlı Eğitimine Katkıları
Tanzimat Fermanında eğitim ile ilgili herhangi bir madde bulunmamasına karşılık 1856 Islahat fermanında eğitim konusu tek bir madde ile ele alınmıştır. Islahat Fermanı bu yönden hedefi, gayri Müslim azınlıklara kendi eğitim müesseselerini kurma, Müslüman okullara girme hakkı ve eğitimde bağımsızlık gibi birtakım yeni imtiyazlar sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa devletleri Islahat fermanında alınan kararların uygulanmadığı gerekçesi ile Osmanlı Devletine bir süre sonra baskı yapmaya başlamış, ve 1867 tarihli Fransız notasında bazı teklifler getirmişlerdir. Bu tavsiyeler ağırlıklı olarak gayri Müslim azınlıklara eşit muamele edilmesi yönünde tekliflerdir.
5.1 Yeni Kurulan Orta Öğretim Kurumları
· Mekteb-i Sultani
Tanzimat dönemi maarifçileri, her ne kadar rüşdiyeleri yüksek mekteplere ve Darül Fünuna kaynak kabul etmişlerse de, rüşdiye öğretiminin bu görevi yerine getiremeyeceği anlaşılmıştır. Ayrıca 1856 Islahat Fermanında yer alan müslim ve gayri müslim bütün Osmanlı tebaasının, eşit şartlar altında maarif hizmetlerinden yararlanmasını temin etmek hususu bu yönde bir teşebbüsü mecburi kılmıştır. Öte yandan sıbyan ve rüşdiye okullarında müslim ve gayri müslim çocukların bir arada okutulması sakıncalı görüldüğünden, bu işin daha yüksek öğretim kademelerinde yapılması kararlaştırışmıştır. 1867de verilen nota ile de bir orta dereceli okulun kurulmasına karar verilmiş, bu amaçla 1868de Beyoğlunda Galatasaray adı ile bilinen eski Askeri İdadi binasında Fransızca eğitim yapacak Mekteb-i Sultani kurulmuştur.
· İdadiler
Tanzimat sonrası Osmanlıda yüksek eğitim veren askeri ve sivil mekteplere talebe yetiştirmek üzere bu müesseselerin bünyesinde bir veya iki sene gibi kısa süreli hazırlık sınıfları kurulmuştur. 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile idadi mektebi adıyla rüşdiyelerden sonra gelen bir orta eğitim kurumu olarak Osmanlı eğitim hayatına girmiştir. Öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilen idadi mekteplerinin programında Türkçe kitabet ve inşa, Fransızca, Osmanlı kanunları, mantık, iktisad, coğrafya, tarih, cebir, hesap ve defter tutma, hendese, hikmet-i tabiye, kimya ve resim dersleri bulunmaktadır. İdadilerin gelişimi ve kurulması maddi imkansızlıklar nedeniyle 1872 yılına kadar kurulamamıştır. İleride yapılacak bütçe paylarıyla bu okullar canlandırılmıştır. Günümüzün liselerine eş bir statüde eğitim vermekteydiler.
6. Modern Yüksek Eğitim ; Darül- Fünun
XIX. yüzyılda reformlar sonucunda yeni yüksek okulların açılması gerekmişti. 1870 yılında "Darül-Fünun" açıldı. Ancak uzun ömürlü olamadı. 1900 yılında yeniden açılan okul matematik, ilahiyat, hukuk, tabii ilimler ve edebiyat fakültelerinden oluşuyordu. Her fakülte yılda 25-30 öğrenci alıyor ve fazla başvuru olursa imtihan yapılıyordu. Darülfünun'a girmek isteyen öğrencilerde, en az 18 yaşında, idadi mezunu ve herhangi bir suçtan ceza almamış olmak şartları aranıyordu. 1908de II.Meşrutiyetin ilanına kadar geçen süre içerisinde birçok mezun veren Darül Fünun, Meşrutiyet döneminde daha sistemli bir eğitime geçmiştir. Meşrutiyetin ilanıyla, İstanbul Darül Fünunu olarak adı değiştirilen Darül Fünun-ı Şahane, Tıp ve Hukuk şubelerini de bünyesine katmak suretiyle resmen 5 şubeli (fakülte) olarak yeniden teşkılatlanmıştır.
1914-1919 yılları arasında ise Almanyadan 20 kadar profesör, doçent, asistan getirildi. Bunlar bazı enstitüler (Dârülmesai) ve laboratuvarlar kurarak âletler getirmişler, programları kendi bilgilerine göre genişleterek Mütarekeye kadar İstanbul'da öğretim faaliyetinde bulunmuşlardır. Mütarekeden sonra anlaşmaları feshedilerek Türkiye'den çıkartılmışlardır.
1919'da yeni bir yönetmelik çıkartılarak üniversiteye ilmî muhtariyet verildi. Sınıf usulü yerine sömestir usulü kondu ve fakültelerin adı medrese oldu. Bu arada savaş dolayısıyla erkek nüfusun büyük ölçüde silâh altına alındığı dönemlerde Dârülfünun öğrencilerinin yaş ortalaması küçüldü ve Şubat 1914te başlayan hanımlara Üniversite dersleri verilmesi, 1916 yılında bir bir İnas Dârülfünunu kurulmasıyla sonuçlanmıştı. 1917 yılında da Tıbbiyeye de kız öğrenci alınmaya başlanmış, kızlar çarşafı atamamakla beraber peçeyi kaldırmışlar, 1918 yılında da üniversitede karma konferanslar verilmeye başlanmıştır. Cumhuriyetten sonra kadınlara mutlak serbesti verilip karma eğitime tam anlamıyla izin verildikten sonra İnas Darülfünunu kapatılarak dağıtılmıştır.
B. ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİ
Atatürk Dönemi Milli Eğitim PolitikasıMilli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişti. Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan kaldırıldığı bu dönemde, hedef alınan anadüşünce milli, çağdaş ve laik bir toplum meydana getirmekti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim sayesinde gerçekleşebilirdi. Milli Mücadelenin kazanılmasında etkili olan milli birlik ve milli şuur anlayışı yeni devletin eğitim politikasının da esasını oluşturdu.Zira, Osmanlıdan farklı olarak üniter milli bir devlet olarak kurulan Cumhuriyetin eğitim politikası da milli olmalıydı. Bu konu ile ilgili olarak, daha milli mücadelenin devam ettiği yıllarda 1921de Ankarada milli bir eğitim programının oluşturulması amacıyla Maarif Kongresi toplandı. Atatürk kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında, önceki eğitim sistemini eleştirerek, ülkenin geri kalmasında oynadığı role dikkatleri çektikten sonra, yeni devletin eğitim politikasının Osmanlıdaki gibi gayr-i milli olmayıp, doğu ve batı tesirlerinden uzak milli bir politika olacağını vurgulamıştır. Cumhuriyet ile beraber milli eğitimin amacı, milliegemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, milli birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir Bu dönemde milli eğitimin, aynı zamanda çağdaş ve laik özellikler taşıması için çalışıldı. O dönemde batı medeniyeti en ileri çağdaş tek medeniyettir ve temelinde akılcılık ve gerçekçiliğe dayalı bilimsel düşünce anlayışı vardır. Türk toplumunun çağdaşlaşabilmesi için bu düşüncenin temel alınması dolayısıyla eğitimin dinin tesirinden kurtarılarak laik esaslara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ki, bu doğrultuda laikleşme hareketlerine ağırlık verildi. Böylece, milli ve laik bir eğitim politikası ile ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş sağlanmaya çalışıldı. Bunların yanı sıra dönemin milli eğitim politikasının bir özelliği de halkçı, halka doğru olmasıdır. Daha çok ilk ve orta öğretimde belirgin olarak ortaya çıkan bu özellik, eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması, okulların bütün ülke çocuklarına açık ve parasız hale getirilmesi anlayışı ile kendini göstermiştir.Cumhuriyetin ilk Maarif Vekili olan İsmail Safa (Özler) döneminde eğitim politikasının tespiti için oluşturulan Misak-ı Maarifte eğitim ve öğretimin hedeflerini belirleyen şu ilkelere yer verilmiştir: İlköğretimi fiilen umumi halegetirmek, herkese okuma yazma öğretmek, vatandaşları milliyetçi, halkçı ve cumhuriyetçi yetiştirmektir. Aynı Misakta eğitimin genel hedefi ise, Türk milletini medeniyet safında en ileriye ***ürmek ve yeni nesilleri Türk olmak haysiyetinin istilzam ettiği gayeye en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak aşk, irade ve kudretle yetiştirmek olarak belirlenmiştir.
a) Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Uygulamaları
Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar arasında eğitimdeki gelişmeler önemli bir yere sahiptir. Bu alandaki en önemli adım 3 Mart 1924dekabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile atıldı. Bu konuda 1923 yılı başında İzmirde yaptığı bir konuşmasında medreseleri eleştirerek, Arapça öğrenmenin güçlüğünden bahseden Atatürk ...Milletimizin Darül irfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır... diyerek konuya dikkatleri çekmiştir. Nihayet, 3 Mart 1924te Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve arkadaşları tarafından T.B.M.M.ne verilen Tevhid-i Tedrisat Kanununa dair verilen kanun teklifi yapılan görüşmeler sonunda kabul edildi. Buna göre ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Medreseler kapatıldı. Kanuna dayanarak İstanbul Darül fünununa bağlı İlahiyat Fakültesi ile ülkenin değişik bölgelerinde İmam-Hatip okulları açıldı. Köklü değişiklikleri getiren bu kanun ile eğitim merkezileştirilerek devletin kontrol ve denetimine geçti. Farklı programlarla eğitim yaparak ikiliğe yol açan mektep-medrese ayrılığının önüne geçilmeye çalışıldı. Yine, Osmanlı dönemindeki zararlı faaliyetleri ile dikkatleri çeken azınlık ve yabancı okulları, denetim altına alındı.Ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak yeniden hazırlandı. Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cumhuriyet ideolojisini yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi.Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra 1930lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara önem verildi. 1928de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni harfleri öğretmek hem de okur yazar oranını arttırmak gayesiyle MilletMektepleri açıldı. Atatürkün başöğretmenliğinde yürütülen bu çalışmalarla harf inkılabını yaygınlaştırmak için 16-45 yaş arasındaki çok sayıda vatandaşın katıldığı kurslar düzenlendi. Bu kurslarda daha çok okuma yazma, hesap, sağlık ve yurt bilgisi derslerine ağırlık verildiği görülmektedir. Ayrıca açılan Halk Okuma Odaları ile okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışıldı. 1926dan itibaren ortaöğretimde karma eğitime geçilerek kız ve erkeklerin aynı okuldan aynı programla bir arada okumaları sağlandı. Kısacası, bu kanun ile inkılâpların eğitim yoluyla gerçekleştirilmesi ve bütün topluma yaygınlaştırılması çabası söz konusudur.
b) İlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler
Cumhuriyetten önce sıbyan okulları ile iptidaî mekteplerinde yapılan ilköğretim istenilen amacı gerçekleştiremiyordu. Zira, 1920lerde okuma yazma bilenlerin oranının % 10 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet Türkiyesinde yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuştur. Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve zorunlu hale getirilmiştir. İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir.Cumhuriyet döneminden önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönemde üçer yıllık ortaokul ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönemde ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak görüldü. Bu doğrultuda hazırlanan yeni programlarda Cumhuriyet ideolojisinin yanı sıra bazı mesleki bilgilere de yerverildi Türkçe ve edebiyat gibi derslere ağırlık verilerek, liselere ilk kez Sosyoloji dersi konuldu. Bu dönemde önem verilen bir diğer alan mesleki ve teknik eğitimdir. Bu konuda yabancı uzmanlar davet edilerek onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanıldı. Bu uzmanlardan biri 1924te Ankaraya davet edilen John Deweydir.Dewey görüşlerini hazırladığı bir rapor ile ortaya koyar. Raporunda özetle, eğitimkonusunda kararlar alacak kadronun yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Deweyi 1925te Kuhne ve 1927de Buyse takip eder. Bu kişiler de Türk eğitimi üzerinde incelemeler yaparak mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmesi yolundaki tavsiyelerini birer raporla bildirmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanında gösterilen gayretler sonucunda % 10 civarında olan okur-yazar oranı 1935de % 19a, 1940da ise % 22ye çıkarılabilmiştir. Bu dönemde erkeklere nazaran kadınların okur yazar oranı oldukça düşüktü. 1935de erkeklerdeki % 23lük oran kadınlarda % 8civarındadır. Bu rakam 1950lere gelindiğinde erkeklerde % 55e çıkarken kadınlarda % 25e ulaşmıştır ki, bu rakam kırsal kesimdeki kadında daha düşük-tür.
c) Yükseköğretimdeki Gelişmeler
Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları yetiştirmek ve özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek öğretimde düzenlemelere gidildi. Bu amaçla Tanzimat döneminde açıldığını gördüğümüz Darül Fünunda reform yapılmasına karar verildi. Bu konuda dönemin hükümetinin kanaati,Darül Fünunun özellikle son dönemde kendinden bekleneni yerine getiremediği ve gerçekleştirilen inkılâpların gelişimine ayak uyduramadığı şeklindeydi. Atatürk ise bu konudaki görüşünü TBMMnde yaptığı bir konuşmasında Üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi maarifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kati kararımızdır... sözleri ile ortaya koymuştur.
Bu amaçla İsviçrenin Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörlerinden Albert Malche Türkiyeye davet edilerek, kendisinden Darül Fünunu Avrupa normlarına göre değerlendiren ayrıntılı bir rapor hazırlaması istendi. 1932 yılı başlarında Türkiyeye gelen Malche raporunu 1 Haziran 1932de Türk Hükümetine sundu. Malche Darül Fünunla ilgili Raporda, özetle Darül Fünunun bilimsel yetersizliği ifade edilerek, bu durumun ortadan kaldırılması için araştırmaya ve yabancı dil derslerine ağırlık verilmesi önerilmekteydi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite reformu konusunda sadece Malchedan değil, Darülfünun Divanı, fakülte meclisleri ve fakülte reislerinden de reform tasarıları istemiştir. Sonuçta; Malcheın raporunun yanı sıra fakültelerden gelen raporlar da değerlendirilerek Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan bir rapor Bakanlar Kuruluna sunulmuş, Bakanlar Kurulu da 15 Mayıs 1933 tarihli toplantısında konuyu Meclise ***ürmüştür. Darülfünunun ortadan kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesinin kuruluşu 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı kanun ile gerçekleştirilmiştir.
Bir yandan bu gelişmeler sağlanırken diğer yandan da alınan kararları hayata geçirecek çalışmalar sürdürüldü. 20 Mayıs 1933te Malcheın başkanlığında Talim ve Terbiye Dairesi üyeleri Avni (Başman) ve Rüştü (Uzel) Beyler,Mühendis Mektebi Müdürü Kerim (Erim) ve Ankara Lisesi Müdürü Osman(Horasanlı) Beyden oluşan bir Islahat Komitesi oluşturuldu. Çalışmalar sonucunda yeni üniversitenin kadrosu oluşturuldu. Buna göre Darül Fünunda görev yapan 92 Öğretim üyesi işten çıkartılırken, 59u görevine devam ettirildi.Bütün bu çalışmalar sürerken Almanyadaki gelişmelerin sonucu da yakından takip edilmiş, 1933te iktidara gelen Adolf Hitlerin zulmünden canını kurtarmak için yurt dışına kaçan yüzlerce Alman bilim adamından bir kısmı ile yukarda da belirtildiği gibi temas kurularak Türkiyeye davet edilmiştir.
Bu şekilde Türkiyeye gelen profesörlerin büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesinin Tıp, Fen, Edebiyat ve İktisat fakültelerinde çalışmıştır. Bunun yanında Ankarada Hukuk Fakültesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Ankara Devlet Konservatuarı, Hıfzısıhha Enstitüsü, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Numune Hastanesi gibi kurumlarda da az sayıda bilim adamı görev yapmıştır. Bu şekilde Batı örneğinde bir bilim yuvası olarak düşünülen üniversite,Edebiyat, Fen, Tıp ve Hukuk Fakülteleri olarak yeniden teşkilatlandırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği açılan İlahiyat Fakültesi İslam Tetkikleri Enstitüsü olarak düzenlendi. Ayrıca Türk İnkılabı Enstitüsü, Kimya Enstitüsü ve Morfoloji Enstitüsü gibi araştırma kurumları açıldı. Yeni Türkiye Devletinin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, bilim adamlarına büyük önem vermiştir. Cumhuriyetin onuncu yılında gerçekleştirilen bu düzenlemelerin yanı sıra Ankarada 1925de açılan Hukuk Mektebi 1934de Hukuk Fakültesi haline getirildi. Daha önce açılan Ankara Yüksek Ziraat Mektebi 1933te Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak düzenlendi. 1930lardan sonra takip edilen milli kültür politikası gereğince Türk dilinin ve tarihinin bilimsel metotlarla araştırılması için Ankarada Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu (1936). Aynıyıl eski Mülkiye Mektebi, Siyasal Bilgiler Okulu olarak Ankarada yeniden düzenlendi. Ankara Üniversitesini (1946) meydana getiren bu okullarla Türkiyede yüksek öğrenimin geliştirilmesi sağlandı.
Bu konuda sonuç olarak şu değerlendirmede bulunabiliriz.Türkiye Devletinin eğitim politikası her şeyden önce milli idi. Akla ve bilime dayalı laik ve çağdaşözellikler taşımaktaydı. Öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Buamaçla parasız eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün ülke çocuklarına zorunlu kılındı. Tevhid-i Tedrisatla eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar MEBnın sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası bir devlet politikası haline getirildi. Yeni devletin kısa sürede gelişip kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe yarar bilgilerin verilmesi esas alındı.
Eğitim politikalarının, kültür İnkılâbıyla birlikte değerlendirilmesi daha açık bir fikir edinmemize yardımcı olacaktır. Bu yıllardaki okullaşma oranının yüksekliği büyük bir ileri görüşlülükle bu konuya eğilimliğini göstermektedir. 1923-1932yılları arasındaki bütün ekonomik zorluklara rağmen büyüklü küçüklü 2650 yeni okul binası yaptırılmıştır.
Kısacası, öğretmenlerden genç neslin Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetiştirilmesi istenen bu dönemde bir taraftan çok düşük olan okur-yazar oranı arttırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türk toplumunu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak, cumhuriyet ilkelerine bağlı, diline, tarihine ve kültürüne saygılı, bilimsel zihniyeti benimsemiş milli şuura sahip gençlerin yetiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar ve İnternet Adresleri
· Ekmelettin İhsanoğlu / Osmanlı Medeniyeti Tarihi Eğitim ve Bilim Bölümü.
· Eğitim Alanındaki İnkilaplar