ibrahimyzci
Moderator
Yaşlar ilerlediğinden mi nedir, son birkaç yazımızda “son an’lar” meselesi nedense biraz daha ilgi alanımıza girdi... Ya önemli bazı tarihler birbiri ardına denk geldi, ya da bir çeşit algıda seçicilik söz konusu... Zaman su gibi akıp gidiyor...
Bugün 8 Haziran 2009.
Hüzünlü bir günün sene-i devriyesi...
Peygamber Efendimizin miladi olarak 8 Haziran 632 de vefat ettiği düşünülürse, bugün itibari ile tam 1377 yıl olmuş.
2004 yılı Nisan ayında Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle İstanbul'da bilbordlara bazı sivil toplum kuruluşlarınca, “Hz. Muhammed 1477” yaşında afişleri asılmıştı. İyi bir anma sloganı değildi. Mevzuyu sığlaştırıyordu. O günlerde eleştirmiştim. Bu hesaba göre Hz. Musa 4 bin, Hz. İsa 2 Bin yaşında olur. Geçen yılların uzunluğu mevzuya değer kazandıran bir muhteva olarak yansıtılmamalıydı.
Tasavvuf düşüncesinde ilk yaratılan, varlıkların başlangıç sebebi olan Nur-ı Muhammedî’dir. Yaratılmışlar arasında herşeyden önce o vardı. Yunus Emre Divanında bu konuyu uzun anlatır. Hz. Muhammed’in (sav) tüm varlık aleminde ilk yaratılan olduğunu ifade eden manzume ve beyitleri vardır.
"Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... şeklinde ifade edilir. Göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya Nur-u Muhammedîden gerçekleştiği bilgisine yer verilmektedir. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması İlâhî hikmete muvafık düşmektedir.
Son sözleri...
Mevzuya yaptığımız bu girişten sonra, gelelim bundan 1377 yıl öncesine, 8 Haziran 632 tarihine...
Peygamber Efendimizin vefatından bir gün önceydi...
Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Çünkü az evvel Hazreti Peygamber, “Bende bir hakkı olan varsa gelsin alsın” dediğinde, orada bulunan sahabelerden biri; “evet, benim bir alacağım var. Bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de, canım yanmıştı” dedi. Hz. Peygamber hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı, arkasını döndü ve ‘vur’ dedi.
Herkes şaşkındı. O sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Peygamber’in mübarek sırtına sürdü, doyasıya öptü. Ardından da, “teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağını bildiğimden, mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim” dedi. Hz. Peygamber bu davranışıyla, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Vefatına çok az bir süre kala göz nuru kızı Hz. Fatma’yı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Hz. Fatma’nın önce üzüldüğü sonra sevindiği görüldü. Hikmeti sorulduğunda; “Babam bana yakında vefat edeceğini söyleyince çok üzüldüm. Fakat benim yanıma ilk sen geleceksin dediğinde ise sevindim” cevabı verdi. Nitekim Hz. Fatıma Peygamber Efendimizden 6 ay sonra vefat etti.
Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe’nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz. Ayşe’nin çenesi ile göğsü arasına yasladı. Misvak istedi. Takatsiz olmasına rağmen, zaten inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbi’nin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.
Bu vesile ile şu noktanın da altını çizelim.
Peygamber Efendimizin son nefesini vermeden az önce dişlerini temizlemesi, kıyametin kopmak üzere olduğunu bilseniz bile elinizde bir fidan varsa dikiniz tavsiyesini ve benzeri binlerce örnek davranışını kendimize de, toplumumuza da, insanlık alemine de yeterince anlatamadık ya, ona yanıyorum. Dünya Çevre Haftası’nın kutlandığı şu günlerde başka söze gerek kalır mıydı?
Benzer örneklere diğer dinlerin mühim şahsiyetlerinin hayatlarında bu kadar yoğunlukla denk gelinmiş olsa, tüm dünya çoktan onların dinlerine dahil olmuş olurdu. Hz. Peygamber’i ve bu dine ait değerleri ve güzellikleri insanlığa anlatmakta geç kaldık, vesselam... Eğer bugün dünyada ineğe tapanların sayısı Müslümanların sayısına yakınsa, kristal misüllü değerlerini dünyaya anlatamayanların “ah benim öküz kafam” diye düşünmesi ve hicap duyması gerekir.
Durum böyle olunca, Amerikan Başkanı Obama konuşmasında Kur’an’dan bir iki alıntı yaptı diye avunup duruyoruz. Bir örnek abide olarak Hz. Peygamber insanlığı çepeçevre kuşatıncaya ve O’nun mesajı herkese ulaşıncaya kadar kendimizi yeterince birşey yapmış duygusu içinde hissetmemeliyiz.
Türkçe Olimpiyatları’ndaki güzelliğe bir de bu pencereden bakınız... Oralara, o tertemiz genç dimağlara götürülen nefes kimin nefesi... O tatlı yüzler bize neden bu kadar sıcak geliyor... Hangi iklimin rahmet esintileri o gençlerin çehrelerinde tebellür etmiş ve bir nur halesi nakşedilmiş.
Sonra da vicdanınıza bir sorun... O mesajı oralara götürmek için gidenlere de, onların buralara gelmesine vesile olanlara da ne kadar katkımız oldu. Neden sadece 115 ülke vardı da, insanoğlunun yaşadığı her yöreden, her köşeden, her ülkeden, her kabileden çocuklar yoktu. Ve biz, bu mesaj ve bu nefes her yere ulaşabilsin diye o civanmertlere, Başbakan Erdoğan’ın tabiri ile günümüzün o çağdaş akıncı beylerine nasıl bir katkıda bulunabiliriz? Bu sadece onların mı sorumluluğu ki kenardan seyrediyoruz. Bari birşey yapmıyorsak, hased ya da kıskançlıkla hayırlı işlere mani olmayalım da, hiç olmazsa günahlarına girmeyelim. Şeytanı sevindirmeyelim.
Son anları...
Peygamber Efendimiz vefatından az önce son sözleri olarak; Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarının korunmasını, idare altındakilere iyi muamele edilmesini, emanetlerin yerlerine ulaştırılmasını istedi." (Câmiü's-Sağîr, c.3, s.188/3190) İnsanlık sırf bu öğütlere kulak verse, daha yaşanılabilir bir dünya oluşturmak işten bile değildir.
Son cümlelerini tamamlamıştı ki, bir ara kapı çaldı. Gelen Hz. Cebrail’di. Selam verdi. Peygamberlik görevinin sona erdiğini söyledi. Ardından, kapıda bekleyen bir misafir daha olduğunu ve eğer izin verirse ancak içeri girebileceğini söyledi. Hz. Peygamber “o kim?” diye sordu. Hz. Cebrail, ölüm meleği Hz. Azrail dedi. Hz. Peygamber, “gelebilir, ben hazırım” cevabı verdi. Şahadet parmağını yukarı kaldırdı; “Yüce Dosta" gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti. Hz. Ayşe seslendi, cevap alamadı. Hz. Peygamber’in mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.
Bilemiyoruz artık Hz. Peygamber niçin ağlıyordu. Geride bıraktığı dost ve arkadaşlarının hasretine mi, yoksa Müslümanların emanete yeterince sahip çıkamayacakları endişesi ile mi?
Ya Rasül... Emanetine yeterince sahip çıkamadık, doğrudur. Ama bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca Müslüman yeni bir kıpırdanışın arefesinde... Kar çiçekleri sert kışın ardından yeniden boy göstermeye başladı...
İşin doğrusu Türkçe Olimpiyatlarını ben biraz da bu gözle izledim ve bir kez daha umutlandım.
Sağolasın Türkiye...
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber 7
Bugün 8 Haziran 2009.
Hüzünlü bir günün sene-i devriyesi...
Peygamber Efendimizin miladi olarak 8 Haziran 632 de vefat ettiği düşünülürse, bugün itibari ile tam 1377 yıl olmuş.
2004 yılı Nisan ayında Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle İstanbul'da bilbordlara bazı sivil toplum kuruluşlarınca, “Hz. Muhammed 1477” yaşında afişleri asılmıştı. İyi bir anma sloganı değildi. Mevzuyu sığlaştırıyordu. O günlerde eleştirmiştim. Bu hesaba göre Hz. Musa 4 bin, Hz. İsa 2 Bin yaşında olur. Geçen yılların uzunluğu mevzuya değer kazandıran bir muhteva olarak yansıtılmamalıydı.
Tasavvuf düşüncesinde ilk yaratılan, varlıkların başlangıç sebebi olan Nur-ı Muhammedî’dir. Yaratılmışlar arasında herşeyden önce o vardı. Yunus Emre Divanında bu konuyu uzun anlatır. Hz. Muhammed’in (sav) tüm varlık aleminde ilk yaratılan olduğunu ifade eden manzume ve beyitleri vardır.
"Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... şeklinde ifade edilir. Göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya Nur-u Muhammedîden gerçekleştiği bilgisine yer verilmektedir. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması İlâhî hikmete muvafık düşmektedir.
Son sözleri...
Mevzuya yaptığımız bu girişten sonra, gelelim bundan 1377 yıl öncesine, 8 Haziran 632 tarihine...
Peygamber Efendimizin vefatından bir gün önceydi...
Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Çünkü az evvel Hazreti Peygamber, “Bende bir hakkı olan varsa gelsin alsın” dediğinde, orada bulunan sahabelerden biri; “evet, benim bir alacağım var. Bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de, canım yanmıştı” dedi. Hz. Peygamber hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı, arkasını döndü ve ‘vur’ dedi.
Herkes şaşkındı. O sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Peygamber’in mübarek sırtına sürdü, doyasıya öptü. Ardından da, “teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağını bildiğimden, mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim” dedi. Hz. Peygamber bu davranışıyla, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Vefatına çok az bir süre kala göz nuru kızı Hz. Fatma’yı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Hz. Fatma’nın önce üzüldüğü sonra sevindiği görüldü. Hikmeti sorulduğunda; “Babam bana yakında vefat edeceğini söyleyince çok üzüldüm. Fakat benim yanıma ilk sen geleceksin dediğinde ise sevindim” cevabı verdi. Nitekim Hz. Fatıma Peygamber Efendimizden 6 ay sonra vefat etti.
Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe’nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz. Ayşe’nin çenesi ile göğsü arasına yasladı. Misvak istedi. Takatsiz olmasına rağmen, zaten inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbi’nin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.
Bu vesile ile şu noktanın da altını çizelim.
Peygamber Efendimizin son nefesini vermeden az önce dişlerini temizlemesi, kıyametin kopmak üzere olduğunu bilseniz bile elinizde bir fidan varsa dikiniz tavsiyesini ve benzeri binlerce örnek davranışını kendimize de, toplumumuza da, insanlık alemine de yeterince anlatamadık ya, ona yanıyorum. Dünya Çevre Haftası’nın kutlandığı şu günlerde başka söze gerek kalır mıydı?
Benzer örneklere diğer dinlerin mühim şahsiyetlerinin hayatlarında bu kadar yoğunlukla denk gelinmiş olsa, tüm dünya çoktan onların dinlerine dahil olmuş olurdu. Hz. Peygamber’i ve bu dine ait değerleri ve güzellikleri insanlığa anlatmakta geç kaldık, vesselam... Eğer bugün dünyada ineğe tapanların sayısı Müslümanların sayısına yakınsa, kristal misüllü değerlerini dünyaya anlatamayanların “ah benim öküz kafam” diye düşünmesi ve hicap duyması gerekir.
Durum böyle olunca, Amerikan Başkanı Obama konuşmasında Kur’an’dan bir iki alıntı yaptı diye avunup duruyoruz. Bir örnek abide olarak Hz. Peygamber insanlığı çepeçevre kuşatıncaya ve O’nun mesajı herkese ulaşıncaya kadar kendimizi yeterince birşey yapmış duygusu içinde hissetmemeliyiz.
Türkçe Olimpiyatları’ndaki güzelliğe bir de bu pencereden bakınız... Oralara, o tertemiz genç dimağlara götürülen nefes kimin nefesi... O tatlı yüzler bize neden bu kadar sıcak geliyor... Hangi iklimin rahmet esintileri o gençlerin çehrelerinde tebellür etmiş ve bir nur halesi nakşedilmiş.
Sonra da vicdanınıza bir sorun... O mesajı oralara götürmek için gidenlere de, onların buralara gelmesine vesile olanlara da ne kadar katkımız oldu. Neden sadece 115 ülke vardı da, insanoğlunun yaşadığı her yöreden, her köşeden, her ülkeden, her kabileden çocuklar yoktu. Ve biz, bu mesaj ve bu nefes her yere ulaşabilsin diye o civanmertlere, Başbakan Erdoğan’ın tabiri ile günümüzün o çağdaş akıncı beylerine nasıl bir katkıda bulunabiliriz? Bu sadece onların mı sorumluluğu ki kenardan seyrediyoruz. Bari birşey yapmıyorsak, hased ya da kıskançlıkla hayırlı işlere mani olmayalım da, hiç olmazsa günahlarına girmeyelim. Şeytanı sevindirmeyelim.
Son anları...
Peygamber Efendimiz vefatından az önce son sözleri olarak; Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarının korunmasını, idare altındakilere iyi muamele edilmesini, emanetlerin yerlerine ulaştırılmasını istedi." (Câmiü's-Sağîr, c.3, s.188/3190) İnsanlık sırf bu öğütlere kulak verse, daha yaşanılabilir bir dünya oluşturmak işten bile değildir.
Son cümlelerini tamamlamıştı ki, bir ara kapı çaldı. Gelen Hz. Cebrail’di. Selam verdi. Peygamberlik görevinin sona erdiğini söyledi. Ardından, kapıda bekleyen bir misafir daha olduğunu ve eğer izin verirse ancak içeri girebileceğini söyledi. Hz. Peygamber “o kim?” diye sordu. Hz. Cebrail, ölüm meleği Hz. Azrail dedi. Hz. Peygamber, “gelebilir, ben hazırım” cevabı verdi. Şahadet parmağını yukarı kaldırdı; “Yüce Dosta" gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti. Hz. Ayşe seslendi, cevap alamadı. Hz. Peygamber’in mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.
Bilemiyoruz artık Hz. Peygamber niçin ağlıyordu. Geride bıraktığı dost ve arkadaşlarının hasretine mi, yoksa Müslümanların emanete yeterince sahip çıkamayacakları endişesi ile mi?
Ya Rasül... Emanetine yeterince sahip çıkamadık, doğrudur. Ama bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca Müslüman yeni bir kıpırdanışın arefesinde... Kar çiçekleri sert kışın ardından yeniden boy göstermeye başladı...
İşin doğrusu Türkçe Olimpiyatlarını ben biraz da bu gözle izledim ve bir kez daha umutlandım.
Sağolasın Türkiye...
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber 7