İlk Türk Otomobili: "DEVRİM"

guclusat

Tanınmış Üye
Süper Moderatör
Bunu okuyun da içiniz parçalansın...

--------------------------------------
--------------------------------------

Efsane otomobil'e dokunmak

Yeryüzündeki hiçbir otomobil onun kadar yanlış tanıtılmadı, onun
kadar aşağılanmadı.
40 yıla yakın bir süre boyunca -olanca masumiyetine karşın- 27 Mayıs
darbesinin simgesi gibi görüldü ve gösterildi.

Kimileri "modeli çalıntı" dedi, kimileri ise "Türk mühendislerinin
yetersizliğinin simgesi" olduğunu ileri sürdü.
Ancak gerçek o kadar farklıydı ki...Türkiye, destansı filmlere konu
olabilecek "büyük cesaret öyküleri"nin öyle pek
sık yaşanmadığı bir ülke. Gündelik hayatında "kira ve fatura ödeme"
çemberinin içine sıkıştırılmış olan bir toplumun
mensupları, bu kısır döngüden sıyrılıp kendilerini nasıl aşabilirler
ki? Bizlere dayatılan tek boyutlu hayat ve buna bağlı

olarak gelişen köşeye sıkışmışlık duygusu, sadece ilginç ve sıradışı
toplumsal portreler üretmedeki kabızlığımızın
değil, edebiyatımızda polisiye, bilim-kurgu ya da gerilim gibi
popüler türlerin güdük kalışının da temel nedeni kanımca.

Türk milletinin mensupları boylarını aşan işlerle uğraşmayıp
sürekli "ekmek" peşinde koşmalı, öyle değil mi ya!

İşte "Devrim", bundan tamı tamına 42 yıl önce, hayâl kurması
şiddetle yasaklanmış olan böyle bir toplumda doğdu.
Türkiye'nin ilk gerçek yerli otomobil prototipiydi o. Koç
topluluğunun resmî tarihe göre "ilk" sayılan "Anadol"undan
daha önce doğmuştu. Ancak, dedik ya, bu sıkıştırılmış toplum için
haddi fazlasıyla aşan bir çabanın, cüretkâr bir
hayâl gücünün ürünüydü "Devrim".

Nitekim, anında cezalandırıldı. Bir daha da yıllar boyunca kimseler
adını bile anmayacaktı. Anmamak şöyle dursun,
üç tane gıcır gıcır "Devrim"den ikisinin karanlık güçler tarafından
preslenerek yok edildiğini biliyoruz bugün.
Sonuncu otomobili ise ona emek veren Eskişehirli işçiler güç bela
kurtardılar hayâl düşmanlarının ellerinden...

"Bana bir otomobil yapın"

Yıl 1961... Cemal Gürsel cuntası işbaşındadır ve Menderes'in
idamının üzerinden henüz çok kısa süre geçmiştir.
Çeşitli firmalarda çalışan 23 tecrübeli Türk mühendisi, kendilerine
gönderilen ayrı ayrı mektuplarla "mühim bir
konuyu istişare etmek üzere" Ulaştırma Bakanlığı'na davet edilirler.
Bu insanların bazıları yurt dışında görev
yapmaktadır; ancak mesajı alan herkes "devletin isteği başımız
üstüne" diyerek işini gücünü bırakıp Ankara'ya gelir.

O yılın 16 Haziran'ında bakanlıkta biraraya gelen mühendislere,
bizzat Cemal Gürsel'den gelen "çok gizli" damgalı
bir emir okunacaktır: "Bu yılın Cumhuriyet Bayramı törenlerinde
halkımızın görüş ve takdirlerine sunulmak üzere,
hem tasarımı hem de malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobil
üretmenizi istiyorum."

O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs
talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar.
En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe
başlanır. Çalışma mekanı olarak Devlet Demiryolları'nın
Eskişehir'deki Cer Atelyesi seçilir. Zaman müthiş dardır, Cumhuriyet
Bayramı'na kadar yalnızca 129 günü vardır ekibin...

Günde birkaç saat uyuyarak ve bu süre zarfında tesislerden hiç
ayrılmaksızın, modeli tümüyle kendilerine ait olan,
tüm parçaları el işçiliğiyle üretilmiş, 4 silindirli ve
direksiyondan vitesli harika bir "aile otomobili" üretir
kahramanlarımız.

Hem de bir tane değil, tam üç tane!

Üç araç da insanüstü bir çabanın sonucunda 28 Ekim akşam saatlerinde
tamamlanmıştır. Araçlara "Devrim 1",
"Devrim 2" ve "Devrim 3" ad> ı verilir. Mühendislerden biri
Cumhurbaşkanı'nın alternatif bir renk isteyebileceğini
düşünerek, araçlardan birinin siyah olmasını teklif eder.
Böylelikle, iki araç krem rengi kalırken, üçüncüsü ise
onu 29 Ekim geceyarısı Ankara'ya götüren "Karakurt" treninde binbir
güçlük içinde siyaha boyanır.

Depolarında, trendeki güvenlik kuralları gereği hiç benzin
bulunmayan "Devrim"ler, 29 Ekim törenlerinde
Cemal Gürsel'e hipodrom önünde kılpayı yetiştirilir.
Çevresinde yarattığı panik ortamıyla araçlara doğru düzgün bir
benzin ikmali yapılma şansı dahi tanımayan Gürsel,
bindiği krem renkli "Devrim"den inip siyah "Devrim"e geçince, aracın
zaten az miktarda olan benzini de biraz sonra biter.

Ve siyah "Devrim" yarı yolda durur. Gürsel'in, şoför koltuğundaki
mühendise sorusu kısa ve nettir: "Ne oldu?"

Şoför, "Benzin bitti Paşam" der korkarak. Bunun üzerine "Garp
kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için
benzin koymayı unutuyorsunuz" diyerek hışımla aracı terkeder Gürsel.
Oysa, o aracı yapmayı başaranlar deposuna benzin koymayı da
bilmektedirler elbette. Fakat, kimse aksiliğin yaşanan
panikten kaynaklandığını cunta liderine anlatamaz ve "Devrim'ler"
daha doğdukları gün bizzat devlet eliyle öldürülürler.

Arkalarında, kendilerine doğru düzgün bir teşekkür bile edilmemiş 23
tane gözüpek mühendisi bırakarak...

'Devrim' koruma altında...

Aradan geçen yıllarda Eskişehir DDY tesislerinin, hem yurt içi hem
de yurt dışı pazarlara vagon ve makine üreten dev bir

devlet şirketine dönüştüğünü görüyoruz. "Tülomsaş" adını alan bu
şirketin hangarlarından birinde, tamamen orada çalışan
insanların özverisiyle korunmaya çalışılan iki numaralı "Devrim",
hakkında sarfedilen onca hakaret cümlesine inat,
adetâ akıllı bir varlık gibi yokoluşa direndi. Zaman zaman test
sürüşleri için çalıştırılması dışında, işçiler bu eşsiz yadigârı

yıpratmamaya azami özen gösterdiler.

"Efsane otomobil" ile ilk kez bundan bir kaç yıl önce Tülomsaş'ı
ziyarete gittiğimde tanışmıştım. Orijinal jantların göbeklerinde

ve kaputunda "Devrim" yazısını görünce içimin fena olduğunu
hatırlıyorum.
Ama beni en çok "Devrim"in ön paneli etkilemişti o zaman.
Kadranlarındaki bütün ibareler Türkçeydi.
"Hararet","benzin", "yağ" gibi sözcükleri görünce kendimi bir an
için Alman gibi hissettim. Diyeceksiniz ki bu ne demek şimdi?

Hani Almanlar'ın yüzde yüz kendi üretimleri olan BMW, Mercedes, Opel
gibi dünya markası olmuş otomobillerine bindiklerinde

yüzlerine yayılan mağrur bir ifade vardır ya, "Devrim"in milliyetçi
kadranı da bana bir an için ona benzer bir gurur duygusu

vermişti işte. Bu karşılaşmadan önce ve sonra bir daha hiç
yaşayamadığım türden bir gurur...

Geçtiğimiz günlerde, "Devrim"in son durumunu öğrenmek üzere, uzun
bir aradan sonra yeniden Tülomsaş'ı aradım ve
Basın-Halkla İlişkiler Müdiresi Semiha Ünal ile görüştüm. Ünal, bu
görüşmemizde bana sevindirici bir haber verdi.
Geçtiğimiz aylarda Tülomsaş Genel Müdürü Dilaver Zeki Daloğlu'nun
direktifleriyle tesisin bahçesinde bir "mini müze"
oluşturulmuş ve "Devrim" bu müzede yıpratıcı iklim koşullardan
etkilenmeyeceği camekanlı bir bölüme konulmuş.

Ne güzel! Birileri yıkmaya çalışırken, birileri de herşeye rağmen
direniyor ve bir kentin onuru olan bu eşsiz eseri koruma

altına alıyor. Tülomsaş ailesine buradan içten bir selam
gönderirken, yolu bundan sonra Eskişehir'e düşecek okurlarımıza

da ısrarla sesleniyorum: Gidin ve Tülomsaş'ın bahçesindeki "Devrim"i
mutlaka görün. Onu, bu ülkede toplu iğne bile
üretilemediği bir dönemde Türk mühendisleri yaptı. Ve birçoğu o
günlerde henüz otomobil kullanmayı dahi bilmiyordu.
 
Geri
Yukarı