Değerli Kardeşimiz;
Cuma namazını kılmak farzdır. Bunu kılmayanlar günahkar olur. Ancak günah işleyenler kafir olmazlar. Bu nedenle Cuma Namazını kılmayanlara kafir diyemeyiz.
Hadislerde Cuma Namazının önemi anlatılmış, bilerek ve hiç bir mazereti olmadan Cumaya gitmeyenlerin münafık özelliği taşıyacağı ifade edilmiştir. Bunlar Cumanın önemini anlatmak içindir.
Her sıfat ve özellik insanı münafık yapmaz. Örneğin yalan söylemek müslümanın özelliği olmamalıdır. Bir münafığın vaya kafirin özelliğidir. Ancak bir mümin de yalan söylemekle münafık özelliği taşısa bile münafık olmaz ve münafık diyemeyiz. Bunun gibi cuma namazını hiç bir mazereti yokken kılmamak münafıkların özelliğidir. Bir Müslüman camiye gelmemekle münafık olmaz. Ancak mescide gelmeyen münafığın özelliğini taşımış olacağından Peygamberimiz bu konuyu hatırlatmak istemiştir.
Daire amiri, memurların cuma namazına git-melerine izin vermezse ne yapmaları gerekir?
Cuma namazı akıl baliğ olan sağlıklı erkeklere farzdır. Bu nedenle Cuma namazını bilerek kılmayanlar haram işlemiş olurlar.
Daire amiri, memurların cuma namazına gitmelerine izin vermezse, önce amiri, makbul bir yolla takındığı menfi tavırdan vazgeçirmeye çalışırlar. İmkân olmadığı takdirde memur ya kendi naklini başka yere yaptıracak, yahut da maddi durumu müsait olduğu takdirde istifa edecektir. Durumu müsait olmazsa görevine devam edip cuma namazına gitmeden öğle namazını kılar, vebal de amire ait olur, işçinin de durumu böyledir.
İbn Kasım ve Şebramilisi şöyle diyorlar: Cuma namazına izin vermeyen bir işverenin yanında bir işçinin çalışabilmesi için, muhtaç olması gerekir. Muhtaç olmadığı takdirde cuma namazını kılmayarak yanında çalışması haramdır(1).
Hanefî ulemâsından el-İmam Abu Hafs gibi zevat; işverenin izni olmadan işçinin cuma namazına gitmesi caiz değildir, demişler ise de işçi ve memurun cuma namazına gitmelerine mani olmak büyük bir vebaldir(2.)
Büyük günahları işleyen kafir olur mu?
Bu soruyu cevaplarken, işlediği günahlarla övünen ve bunlardan pişmanlık duymayanların konumuz dışında olduğunu hemen belirtelim. Asıl mevzumuz, inandığı halde bu tür günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.
Ehl-i sünnetin dışında kalan mutezile mezhebi ve haricilerin bir kısmı, “büyük günah işleyenlerin kafir olacağını veya imanla küfür ortasında kalacağını” söyler ve bunu şöyle izah etmeye çalışırlar: “büyük günahlardan birini işleyen bir mü'minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk'a inanan ve cehennemi tasdik eden birinin büyük günah işlemesi mümkün değildir. Dünyada hapse düşme korkusuyla kendini kanun dışı yollardan koruyan birinin, ebedi bir cehennem azabını ve Cenab-ı Hakk'ın gadabını düşünmeyerek büyük günahları işlemesi, elbette onun imansızlığına delalet eder.”
İlk bakışta doğru gibi görünen bu hüküm, insanın yaradılışını bilmeyen sakat bir düşüncenin mahsulüdür. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, bu sorunun cevabını Lem'alar adlı eserinde şu şekilde vermektedir: “... İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı (el altında bulunan hazır bir lezzeti), ileride gayet büyük bir mükafata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden (sonradan gelecek, tehir edilmiş bir azaptan) ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki, inkar ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar.
Şu halde; kebairi (büyük günahları) işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”
Evet, bediüzzaman hazretleri'nin ifade ettiği gibi, insanın yaradılışında cennetin akıl almaz lezzetlerini çok ötelerde görmesi ve bu yüzden onları ikinci plana atıp, hemen eli altındaki günah lezzetlerine meyletmesi gibi bir özellik vardır. Çok acıktığı için kendisini en yakın lokantaya atan bir adamın, ısmarladığı iki porsiyonluk döner 10-15 dakika gecikeceği için hemen eli altında bulunan kuru ekmeği kemirmeye başlaması ve midesinin yarısını onunla doldurması, bu sırdandır.
Yine bediüzzaman'ın dediği gibi, insan bir ay sonra gireceği bir hücre hapsinden çok, hemen yemek üzere olduğu bir tokattan korkar. Yani bu hissiyata göre cehennem azabı, onun için çok uzaktır ve Allah da zaten affedicidir.
İşte insan, bu mülahazalarla 'imanlı olmasına rağmen, günahlara meyleder ve nefsinin de desteklemesiyle içine düşebilir. Evet büyük günahları işlemek, imansızlıktan gelmez. Fakat o günahlar, tövbe ile hemen imha edilmezse, insanı imansızlığa götürebilir. Bu konuda yine bediüzzaman'ı dinleyelim:
“günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-u imanı (iman nurunu) çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre (Allah'ı inkara) gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor...”
...
alıntıdır
Cuma namazını kılmak farzdır. Bunu kılmayanlar günahkar olur. Ancak günah işleyenler kafir olmazlar. Bu nedenle Cuma Namazını kılmayanlara kafir diyemeyiz.
Hadislerde Cuma Namazının önemi anlatılmış, bilerek ve hiç bir mazereti olmadan Cumaya gitmeyenlerin münafık özelliği taşıyacağı ifade edilmiştir. Bunlar Cumanın önemini anlatmak içindir.
Her sıfat ve özellik insanı münafık yapmaz. Örneğin yalan söylemek müslümanın özelliği olmamalıdır. Bir münafığın vaya kafirin özelliğidir. Ancak bir mümin de yalan söylemekle münafık özelliği taşısa bile münafık olmaz ve münafık diyemeyiz. Bunun gibi cuma namazını hiç bir mazereti yokken kılmamak münafıkların özelliğidir. Bir Müslüman camiye gelmemekle münafık olmaz. Ancak mescide gelmeyen münafığın özelliğini taşımış olacağından Peygamberimiz bu konuyu hatırlatmak istemiştir.
Daire amiri, memurların cuma namazına git-melerine izin vermezse ne yapmaları gerekir?
Cuma namazı akıl baliğ olan sağlıklı erkeklere farzdır. Bu nedenle Cuma namazını bilerek kılmayanlar haram işlemiş olurlar.
Daire amiri, memurların cuma namazına gitmelerine izin vermezse, önce amiri, makbul bir yolla takındığı menfi tavırdan vazgeçirmeye çalışırlar. İmkân olmadığı takdirde memur ya kendi naklini başka yere yaptıracak, yahut da maddi durumu müsait olduğu takdirde istifa edecektir. Durumu müsait olmazsa görevine devam edip cuma namazına gitmeden öğle namazını kılar, vebal de amire ait olur, işçinin de durumu böyledir.
İbn Kasım ve Şebramilisi şöyle diyorlar: Cuma namazına izin vermeyen bir işverenin yanında bir işçinin çalışabilmesi için, muhtaç olması gerekir. Muhtaç olmadığı takdirde cuma namazını kılmayarak yanında çalışması haramdır(1).
Hanefî ulemâsından el-İmam Abu Hafs gibi zevat; işverenin izni olmadan işçinin cuma namazına gitmesi caiz değildir, demişler ise de işçi ve memurun cuma namazına gitmelerine mani olmak büyük bir vebaldir(2.)
Büyük günahları işleyen kafir olur mu?
Bu soruyu cevaplarken, işlediği günahlarla övünen ve bunlardan pişmanlık duymayanların konumuz dışında olduğunu hemen belirtelim. Asıl mevzumuz, inandığı halde bu tür günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.
Ehl-i sünnetin dışında kalan mutezile mezhebi ve haricilerin bir kısmı, “büyük günah işleyenlerin kafir olacağını veya imanla küfür ortasında kalacağını” söyler ve bunu şöyle izah etmeye çalışırlar: “büyük günahlardan birini işleyen bir mü'minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk'a inanan ve cehennemi tasdik eden birinin büyük günah işlemesi mümkün değildir. Dünyada hapse düşme korkusuyla kendini kanun dışı yollardan koruyan birinin, ebedi bir cehennem azabını ve Cenab-ı Hakk'ın gadabını düşünmeyerek büyük günahları işlemesi, elbette onun imansızlığına delalet eder.”
İlk bakışta doğru gibi görünen bu hüküm, insanın yaradılışını bilmeyen sakat bir düşüncenin mahsulüdür. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, bu sorunun cevabını Lem'alar adlı eserinde şu şekilde vermektedir: “... İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı (el altında bulunan hazır bir lezzeti), ileride gayet büyük bir mükafata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden (sonradan gelecek, tehir edilmiş bir azaptan) ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki, inkar ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar.
Şu halde; kebairi (büyük günahları) işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”
Evet, bediüzzaman hazretleri'nin ifade ettiği gibi, insanın yaradılışında cennetin akıl almaz lezzetlerini çok ötelerde görmesi ve bu yüzden onları ikinci plana atıp, hemen eli altındaki günah lezzetlerine meyletmesi gibi bir özellik vardır. Çok acıktığı için kendisini en yakın lokantaya atan bir adamın, ısmarladığı iki porsiyonluk döner 10-15 dakika gecikeceği için hemen eli altında bulunan kuru ekmeği kemirmeye başlaması ve midesinin yarısını onunla doldurması, bu sırdandır.
Yine bediüzzaman'ın dediği gibi, insan bir ay sonra gireceği bir hücre hapsinden çok, hemen yemek üzere olduğu bir tokattan korkar. Yani bu hissiyata göre cehennem azabı, onun için çok uzaktır ve Allah da zaten affedicidir.
İşte insan, bu mülahazalarla 'imanlı olmasına rağmen, günahlara meyleder ve nefsinin de desteklemesiyle içine düşebilir. Evet büyük günahları işlemek, imansızlıktan gelmez. Fakat o günahlar, tövbe ile hemen imha edilmezse, insanı imansızlığa götürebilir. Bu konuda yine bediüzzaman'ı dinleyelim:
“günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-u imanı (iman nurunu) çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre (Allah'ı inkara) gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor...”
...
alıntıdır